ANKARA – ABD’nin Türkiye’de 21 aydır tutuklu bulunan din görevlisi Andrew Brunson konusunda gösterdiği tepkiye Türkiye hükümeti de aynı şiddette karşılık verdi. Meselenin her iki ülke yönetimi tarafından büyütülerek ön plana çıkarılması, “tarafların olası krizden beklentileri” olduğunu gösteriyor.
Çok uzun süredir dünya sistemi var olan ya da yaratılan krizler üzerinden varlığını sürdürmeye çalışıyor. Dünya çapında gittikçe yaygınlaşan otoriter yönetimler, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yarattıkları krizlerle, iç tepkileri bastırmayı ya da manipüle ederek başka yerlere kanalize etmeyi amaçlıyor. Şimdiye kadar bu konuda söz konusu yönetimlerin epey yol aldıklarını ve bunun gittikçe bir “otoriter yönetim” biçimine dönüştüğü görülüyor.
Son yıllarda hem ulusal hem de uluslararası alanda yarattığı pek çok siyasi krizle AKP hükümeti kendi otoriter yönetim anlayışını yerleştirme ve bu konudaki dikkatleri başka alanlara çevirme konusunda ciddi mesafeler katetti. Üstelik bu tek ve başat bir yöntem olarak da kullanılmıyor. Türkiye Rusya, İngiltere, sistemle sorun yaşayan ancak her biri kendi ülkesinde otoriter birer rejim olan ülkelerle ilişkilerini geliştirirken, dönemsel olarak başka kimi ülkelerle kriz üretme politikasını da sürdürüyor.
KRİZ VE ANLAŞMALAR İÇ İÇE
Daha önce kritik dönemlerde, Rusya, Almanya, İsrail, Hollanda, Irak, İran, Yunanistan, ABD ile krizler yaşayan AKP hükümeti daha sonra bu krizlere rağmen bütün bu ülkelerle ikili ilişkilerini ve kendisini var edecek anlaşmaları da sürdürdü. Bütün bu krizlerin dönemsel, politik ihtiyaçlara göre çıkarılıp daha sonra sönümlendirildiği göz önüne alındığında, yaratılan her krizin krizi yaratanların ihtiyaçlarına cevap olabilecek nitelikte tasarlandığını ortaya koydu.
KAÇINCI KRİZ
Daha önce vize krizi, Erdoğan’ın korumalarının şiddete karışması sonucu haklarında alınan karar, Reza Zarrab davası, S-400 füzelerinin alınması konusunda karşı karşıya gelen Türkiye ile ABD bu kez, Türkiye’de 21 aydır tutuklu bulunan din görevlisi Andrew Brunson’un tutukluluk halinin devam etmesi üzerine krizin eşiğine geldi. Trump yönetimi, ültimatom niteliğinde açıklamalarla Brunson’un derhal serbest bırakılmasını istiyor. Diplomatik sınırları hayli zorlayan bu açıklamalara karşılık Cumhurbaşkanlığı yönetiminden de aynı tondaki sertlikle karşılık verildi.
TAKAS HUKUKU
Öncelikle, Trump’un Brunson meselesinde bu kadar üst perdeden açıklamalar yapması, sadece mizacı ve siyaset yapma tarzıyla ya da genel “patavatsızlığı” ile açıklanamaz. Tepkinin yüksek dozajı, AKP yönetiminin, ABD ile kimi konularda vardığı perde arkası anlaşmaların gereğinin yerine getirilmemesinin Trump yönetiminde yarattığı öfkenin dışavurumu olduğunu gösteriyor. Zaten Washington Post Gazetesi, Brunson’ın serbest bırakılması konusunda Türkiye ile ABD arasında bir takas anlaşması yapıldığını duyurdu. Bu habere göre, İsrail’de tutuklanan Ebru Özkan’ın serbest bırakılması karşılığında Türkiye yönetimi Brunson’un serbest bırakılmasını teklif etti. Trump, İsrail yönetimi ile konuşarak Özkan’ın serbest bırakılmasını sağladı; ancak Türkiye Brunson’u ev hapsine aldı ve yeni bir pazarlık konusu yaptı.
HUKUKUN SİYASET YAPICI BİR ENSTRÜMAN OLDUĞU DEKLERE EDİLDİ
Böylece hukukun artık uluslararası düzeyde bir “rehinlik ve takas” siyasetinin bir parçası gibi işlediği de bu olayla dünyaya deklere edildi. Devletli yapılarda oluşan hukuk böyle işlediği gibi AİHM ve diğer benzeri uluslararası hukuk kurumlarının da devletlerin çıkarlarına göre karar aldıkları biliniyor. Mesele hukukun olup olmadığı değil, var olan hukukun ne olduğu, neye yaradığı ve ne işlev gördüğüdür. Türkiye’de hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde yargı ve hukuk “siyaset yapıcı” bir enstrüman olarak kullanılıyor. Bu aslında yargıya sirayet eden Gülen Cemaati döneminde başladı ve halen etkili bir şekilde uygulanıyor. Yargının Kürt hareketine, muhaliflere yönelik tutumu bu açıdan son derece dikkat çekici.
KRİZİN BAŞKA GEREKÇELERİ DE VAR
Krizin nedeni yapılan bu takas anlaşmazlığı deklere edilen gerekçelerden biri ve artık biliniyor. Ancak ABD yönetiminin bu tepkisinin arkasında başka türlü anlaşmazlıklar da görünüyor. Rezza Zarab yargılaması aynı zamanda ABD’nin İran’a yönelik aldığı yaptırım kararının ihlal edilmesi gerekçesine dayanıyordu. Yeni dönemde ABD İran’a yönelik yeni bir yönelim içine girmek ve İran’a yönelmek istiyor. Seçimde Erdoğan’a verilen destek karşılığında Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımlar konusunda açık bir şekilde ABD’nin yanında yer alması isteniyor. Türkiye ise Astana ve Efrin, Federe Kürdistan Bölgesinde yapılan referandum süreçlerinde müttefikleri haline gelen İran ve Rusya ile ilişkileri nedeniyle bu konuda zorlanmalar yaşıyor ve ayak diriyor. Ama aynı Türkiye, bir NATO müttefiki olarak batı ile eski ilişkilerinin de devam etmesini bekliyor. Fakat ABD, Türkiye’yi bu konuda bir tercihe zorluyor. ABD’nin hiddetlenmesinin ve ültimatom vermesinin nedenlerinden biri de bu.
KRİZ BİR BAŞKA KRİZİ ÖRTMENİN GEREKÇESİ YAPILACAK
AKP yönetimi de gelen bu krizi geri çevirme ve çözme niyetinde değil. Aksine bunu yeni dönem politikası açısından bir fırsat olarak görüyor ve bunu değerlendirmek istiyor. Türkiye yeni dönemde çok ciddi bir ekonomik dar boğazın eşiğine girmiş durumda ve kurulan yeni sistem insanlarda kabul görmüyor. Dolayısıyla yaklaşan bu iç ekonomik ve siyasi krizi dışarıda ithal edilecek bir başka krizle öteleme, görünmez kılma ya da anlamsızlaştırma hesabı yapılıyor. Yani iç kamuoyunda karşılığı olan “ABD karşıtlığı” iç siyasi krize örtecek bir şal işlevi görecek ve insanlarda, “ABD ile yaşadığımız bu kriz ve uygulanan ambargolara karşı ekonomik krizin açlığın lafı mı olur” düşüncesi oluşturulmak istenecek. İçe kapanan bütün ülkelerde bu siyasetin bir yere kadar karşılığı var ve otoriter sistemler kendilerini bu gibi yöntemlerle her zaman tahkim ediyor.
OTORİTER DENKLEMİN EMRETTİKLERİ!
Yine günümüz koşullarında her otoriter yönetim politikalarıyla, yapıp ettikleriyle bir başka otoriter yönetimi de aynı oranda güçlendiriyor. Bu otoriter yönetimlerin birbirinden meşruiyet devşirmesinden, birbirini referans almasına kadar, onlar için pek çok kolaylaştırıcı yöntemi de beraberinde getiriyor. Dolasıyla yeni dönem otoriter yönetimlerin amentüsü haline gelen “krizleri fırsata çevirme” yaklaşımı kurulan bu otoriter denklemden kaynaklanıyor.
MA / Kenan Kırkaya