ANKARA - Siyasi sığınmacı Ceyhun Dönmez, Almanya’daki mülteci kamplarında koronavirüs tedbirlerinin yetersiz olduğunu belirterek, “suç potansiyeli” gerekçesiyle izolasyonun arttırıldığını söyledi.
Görüldüğü günden bu yana dünyada milyonlarca insanın ölümüne neden olan koronavirüs (Kovid-19) salgını, mülteciler üzerinde daha fazla etkili oluyor. Temiz su başta olmak üzere temel ihtiyaçlara erişmekte zorluklar yaşayan mülteciler, bulundukları kamp alanlarında zor günler geçiriyor.
Dünya üzerinde göç dalgasının en yoğun olduğu Almanya’da, hükümetin açıkladığı verilere göre, mülteci statüsüne sahip 1,31 milyon kişi bulunuyor. İltica başvurusu kabul edilen veya ilk kabul işlemleri tamamlanan 31 bin 71 kişi de devlete veya belediyeye ait olan mülteci kamplarında veya benzeri yerlerde yaşamlarını sürdürüyor. Robert Koch Enstitüsü’nün yaptığı açıklamalara göre, Almanya'da şimdiye kadar 3 milyon 11 bin 513 koronavirüs vakası kayıtlara geçti. Bielefeld Üniversitesi ve Kovid-19 Halk Sağlığı Yetkinlik Merkezi’nden uzmanların yaptığı araştırmaya göre ise mülteci kampları, sosyal mesafe kuralının uygulanması için çok dar ve ortak kullanım alanları virüs bulaşma riskini artırıyor. Bu çalışmada, testleri yapılan 6 bin 83 mültecinin bin 367’sinin Kovid-19 virüsü kaptığı saptandı.
Almanya Kuzey Ren Westfalya eyaletinde siyasi sığınmacı olarak yaşayan ENT Dergi İdari Koordinatörü Ceyhun Dönmez, salgınla toplumun tüm kesiminde izolasyon başladığını, bunun mültecilerde daha da belirgin hale geldiğini söyledi.
SOSYAL İLİŞKİLER YİTİRİLDİ
Almanya’da pandemi dönemi başından itibaren alınan kapanma tedbirlerinin mültecilerin hayatlarını daha da zorlaştırdığını aktaran Dönmez, “Bunlardan en önemlisi tüm yakınlarını ve sosyal çevrelerini arkada bırakarak yeni bir yaşam kurabilmek adına bu ülkeye göç edenlerin kurmaya çalıştıkları yeni insan ilişkilerinde, sosyal çevrelerini kaybetmiş olmaları. İhtiyaç ve imkanlarına göre şekillenmiş sosyal çevreler neredeyse herkesin elinden kayboldu. Örneğin bir mülteci kampında kalan grup, dil eğitimi ve entegrasyon programına dahil iken, bu imkanları ellerinden alınmış oldu. Öte yandan aile veya akrabalarının bir kısmı burada yaşayan mülteciler için durum daha kısıtlayıcıydı. Almanya’da ikamet eden bir mültecinin kampta kalma zorunluluğu bulunuyor. Bu süreç kamptan kampa değişmekte. Günlük olarak pandemi öncesinde kampın dışında kalma süresi bir hafta iken, pandeminin başlangıcıyla birlikte bu süre 24 saat ve 48 saat gibi kısıtlamalara neden oldu. Bu da sosyal ilişkilerini geliştirebilmiş bir mülteci için dışarıda bulunamamak anlamına geldi” dedi.
TEMEL İHTİYAÇLARDA KISITLAMA
Kampların içinde alınan tedbirlerin yetersiz olduğunu söyleyen Dönmez, kamplardaki imkanların kısıtlı olduğunu, normal koşullarda beş kişilik yerlerde 15 kişinin kaldığını belirtti. Söz konusu durumların sosyal mesafe imkanlarını kısıtladığını dile getiren Dönmez, “Kampların fiziki koşullarında ikamet eden mültecilerin daha fazla binaya dağılmasını mümkün kılsa da yönetim tarafından bu durum es geçiliyor. Benim yaşadığım birkaç spesifik olay nezdinde söyleyecek olursam, tüm süreç sosyal mesafe veya enfeksiyon temelli değil, daha çok işi daha az personelle yap mantığıyla yürüyor. Zaten bu kampların tamamında devletin doğrudan bir ilişkisi olmuyor. Kamp merkezlerinin genel hizmetlerini; taşeron firmalara veriyor ve bu firmalar da zaten dar koşullarda yaşayan mültecilere elektrik, su ısınma vb. hizmetlerde kâr amacıyla kısıtlamalar getirebiliyor. Birçok kampta neredeyse cep telefonu/laptop şarjları dışında elektrikli tüm aletler hala yasak. Bir sıcak suya ulaşmanız için elektrikli su ısıtıcınızı almanız dahi yasak. Belirli saatlerde (günde 2 saat) idare tarafından sıcak suya erişebiliyorsunuz” diye konuştu.
EN AZ 35 ENFEKTE
Dönmez, pandeminin başından itibaren kamplarda büyük oranda enfeksiyonlar yaşandığını belirterek, “En başta kamp ikamet sürelerinin kısıtlanması dışında kamptan kişisel evinize geçme imkânınız da iptal ediliyordu. Yani devlet sizi orada en az 500 kişinin yaşadığı bir tesiste tutuyor ve enfekte olmamanızı sizden talep ediyordu. Siz de kendi evinize taşındığınızda daha az risk taşıyacağınızı bilmenize rağmen eve geçemiyordunuz. Kamplarda sundukları karantina koşulları ise zaten yaşadıkları alanlar kötü olan insanlara daha kötü fiziki koşullar sunmak oldu. Herhangi bir ilaç desteği olmaksızın bir odaya kapatılıyordunuz ve günde bir kez kamp hizmet görevlisi karantina altındaki kişileri kontrol ediyordu. Koronavirüsün ilerleme hızını ve etkilerini düşündüğümüzde 24 saat çok uzun bir süre. İnsanlar kendi alanlarında kendi karantina koşullarını yaratmaya başladı. Bu da kamplardaki kayıt dışı enfeksiyonları ortaya çıkardı. Bir keresinde kamp idaresi rakamları sıfırladığını söylerken, öte yandan içeride en az 35 kişi enfekte oldu” şeklinde anlattı.
EKONOMİK DESTEK
Mültecilere ekonomik olarak sağlanan ekstra bir yardım olmadığını ifade eden Dönmez, mültecilerin bu dönemde ekstra masrafları olduğunu ve bunları kendi imkanlarıyla karşılamak zorunda bırakıldıklarını söyledi. Dönmez, “Almanya’da kamplarda ikamet eden bir mültecinin aylık olarak devletten aldığı para 130 Euro. Ayrıca resmi bir işte çalışmanız da belirli periyodlarla yasaklanmış durumda. Ayda 130 Euro ile zor koşullarda hayatta kalmaya çalışan bir insan için ekstra dezenfeksiyon koşulları yaratmak da zorlaşıyor” diye ekledi.
DERNEK VE STK’LARIN DESTEĞİ
Mülteci çalışmaları yürüten dernek ve örgütlerin pandemi döneminde de yoğun çalışmaları olduğunu söyleyen Dönmez, ancak söz konusu dernek ve örgütlerin kamp içerisine erişmeme sorunun olduğu belirtti. Dönmez, devamında şunları söyledi: “Kurumsal anlamda atılmış bir adım olmazsa, çalışmakta olan STK sistemi de çok dayanamayacaktır. Birçok STK hala attığı adımlarda kararsız kalabiliyor. Birçoğu da deneme yanılma yoluyla çalışıyor ve bizimle tecrübe ediyor. Geçtiğimiz günlerde Almanya merkezli bir STK ile yaptığım görüşmede, Alman devletine dair bir rapordan bahsedilmişti. Raporda Alman hükümeti mültecilerin suç potansiyelini yüksek gördüğü için kamp sisteminin bu kadar yoğun izole edildiğinden bahsediliyordu. Ancak Almanya toplumunun içerisine baktığımızda da suç oranı yüksek bir seviyede görüyoruz. Örneğin kadın cinayetleri raporuna göre; her üç günde bir kadın partneri veya aile üyeleri tarafından cinayete kurban gidiyor. Kadına şiddet ve cinsel saldırı oranı ise hemen hemen Türkiye ile aynı. Bu sorunu ve çözüm odağını mülteciliğe kaynaklandırmak ne kadar objektif bir tutum olabilir?”
MA / Berna Kişin