ANKARA - HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, kapatma davasına karşı seçimlerde alternatiflerinin olduğunu belirterek, “Onların oyunlarına karşı B ve C planlarımız mevcut. Seçimlerde de HDP kendi gücüyle mutlaka bu Türkiye siyasetinde yerini alacaktır” dedi.
Kürt sorununun demokratik çözümünde tarihi dönüm noktası olan Dolmabahçe Mutabakatı’nı inkar eden AKP, 24 Temmuz 2015’te devreye koyduğu “Çöktürme Planı”nı bir bir uyguladı. Dolmabahçe’nin inkar edilmesi sonrası bu planın ilk adımını İmralı Adası’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin derinleştirilmesiyle başlatan AKP, geçen 8 yılda aile ve avukatların görüşmesini de engelledi. Abdullah Öcalan, 2019 yılında gerçekleştirilen avukat görüşmesinde “Bir haftada çözerim” diyerek demokratik çözümde kararlılığını ortaya koysa da AKP iktidarı tecridi mutlak hale getirerek karşılık verdi.
“Demokrasinin turnusol kağıdı” olarak değerlendirilen İmralı Adası’nda mutlak iletişimsizlik halinin 23’üncü ayına girdiği bir süreçte, Türkiye seçimlere gidiyor. İmralı’yı “hukukun sıfır noktası” olarak tanımlayan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Sorunların kaynağını görmeyen bir yaklaşım, doğru çözümler üretemez. İşte seçim sürecine tam da bu tecrit ve çürüme ortamında giriyoruz ve bunun farkında olmamız gerekiyor” sözleriyle muhalefete ve Türkiye kamuoyuna tecride karşı tutum alması çağrısında bulundu.
İmralı tecrit sistemi ve seçimlere dair sorularımızı yanıtlayan Buldan, parti kapatma davası ve adaylık tartışmalarına dair değerlendirmelerde bulundu.
Uluslararası komplonun 24’üncü yılına giriliyor. Memleketin en önemli sorunu haline gelen İmralı tecrit sistemi derinleşerek sürüyor, 22 aydır Abdullah Öcalan’dan haber alınamıyor. Kaygılar derinleşiyor, aile ve avukatlar görüşemiyor, sizin de başvurunuz oldu ancak yanıtsız bırakılıyor. AKP iktidarının tecritteki ısrarı ve amacını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tecrit, bugün ülkenin en büyük sorunlarından bir tanesi haline geldi. Ancak tecrit bugün sadece Sayın Öcalan üzerinde ya da İmralı üzerinde değil, artık tüm Türkiye'yi kapsayan ve Türkiye'nin toplumsal kesimini de özellikle hedef alan ve bu anlayışın, bu zihniyetin gittikçe yaygınlaştığı bir sistem haline geldi. Evet, İmralı cezaevinde başladı ve yaklaşık 2 yıla yakındır Sayın Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamıyor. Ne aile görüşü ne avukat görüşü yapılabiliyor. Sadece Sayın Öcalan değil, yanındaki diğer 3 hükümlü de bundan aynı şekilde mağdur durumda. Dolayısıyla tecrit sisteminin Türkiye’de yaygınlaşması, AKP’nin siyasi bir hamlesi olarak okunabilir. Ama aynı zamanda bir anlayışı, bir zihniyeti olarak da Türkiye’nin tamamına yayılan ve bunu yaygınlaştıran, daha doğrusu bunun üzerinden siyaset yapan bir zihniyet haline geldi.
İmralı tecrit sistemi hukuki anlamda nasıl bir noktaya ulaştı?
Dünyanın hiçbir yerinde cezaevinde olan bir insan ya da birileri, ailesiyle, avukatlarıyla görüştürülmeme gibi bir durumla hiçbir şekilde karşı karşıya kalmadı ve bu bir ilktir.
Şimdi Sayın Öcalan’ın avukatlarıyla ve ailesiyle görüştürülmemesi tamamıyla yasalara, hukuka, Anayasa’ya aykırı bir durum teşkil ediyor. Ancak bugün Türkiye’de yasayı da Anayasa’yı da hukuku da çiğneyen bir zihniyet var, bir iktidar var karşımızda. Dolayısıyla görüşme yaptırılmama durumu meşru bir durum değil ve kendi yasasını, kendi Anayasa’sını, kendi hukukunu tanımayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunun örneği aslında dünyada yok. Dünyanın hiçbir yerinde cezaevinde olan bir insan ya da birileri, ailesiyle, avukatlarıyla görüştürülmeme gibi bir durumla hiçbir şekilde karşı karşıya kalmadı ve bu bir ilktir. Dünya tarihinde bir ilktir. Ben AKP hükümetinin özellikle Kürt sorununu daha da derinleştirme ve bunu bir çıkmaza sürükleme, devasa bir boyuta ulaştırma gibi bir anlayışa sahip olduğunu da ifade etmek istiyorum. Ama burada asıl amaç, Sayın Öcalan’ın Türkiye toplumuna, Türkiye halklarına vereceği mesajın, işte konuşunca gerçekten Türkiye’nin yarınları için, Türkiye’nin aydınlığı için, Türkiye’nin refahı ve huzuru için söyleyeceği sözlerden büyük bir rahatsızlık duyuluyor.
Abdullah Öcalan’ın nasıl bir etkisi var?
Biz bunu İmralı sürecinde ya da barış ve müzakere sürecinde gördük. Buna tanık olduk. Sayın Öcalan’ın toplumlar üzerindeki etkisinin verdiği mesajın, Türkiye halklarına yankısının nasıl olduğunu ve bunun Türkiye’nin geleceğine nasıl bir fayda sağladığını gördük ve gözlemledik. Ben AKP’nin aydınlıktan korkan, karanlığı tercih eden ama aynı zamanda barıştan korkan savaş ve çatışma süreci süreçlerini tercih eden, yine faşizmi tercih edip demokrasiden ödün veren bir zihniyetin, bugün Sayın Öcalan’ın sesinin çıkmasından büyük bir rahatsızlık duyduğunu belirtmek istiyorum. En büyük korkuları, Türkiye'ye demokrasinin yerleşmesi, Türkiye’de bir barış havasının oluşması ve burada elbette ki Sayın Öcalan’ın rolü ve misyonu çok büyük ve çok önemli. Çünkü Kürt sorununun çözümünde önemli bir aktör ama Kürt sorununu çözmek istemeyen, dolayısıyla buna karşılık işte faşizmi büyüten, hortlayan ve demokrasinin kırıntılarının bile kalmadığı bir ülkede böyle bir anlayışın ne yazık ki hakim olduğunu görebiliyoruz. Bu çok tehlikeli bir girişim. Hem tecrit sistemi, tecrit anlayışı ve aynı zamanda onun getirdikleri, Türkiye’nin geleceği, Türkiye’nin aydınlık yarınları, Türkiye’nin refahı, huzuru, barışı, bütün bunlar birbiriyle bağlantılı konular. Ancak AKP hükümetinin ne yazık ki bu konuda vermiş olduğu çok kötü bir sınav var. Kendi yasasını, kendi Anayasa’sını tanımayan, çiğneyen, ayaklar altına alan, hukuku tanımayan bir anlayışı var. Bundan bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor.
Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik çözümündeki rolüne değindiniz. Türkiye, Kürt sorununun demokratik çözümünde tarihi bir adım olan 28 Şubat 2015’te açıklanan mutabakata tanıklık etti. Siz de İmralı Heyeti’nde yer alan, Abdullah Öcalan’ın önerilerini dinleyen, kendisiyle tartışan bir isim olarak, Dolmabahçe Mutabakatı’nın gerekleri yerine getirilseydi, bugün nasıl bir atmosfer hakim olurdu?
Erdoğan’ın bir söylemiyle mutabakatın yok sayılmasına, hatta fotoğrafın bile tanınmamasına vesile olduğu tarihi bir hata yapıldı.
Dolmabahçe Mutabakatı sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele değildi. Aslında maddelerine baktığımız zaman tüm Ortadoğu’yu kapsayan, Türkiye’deki demokrasi meselesinin Ortadoğu’ya da sirayet edeceği bir anlayışı ortaya koyuyordu. Türkiye'nin temel sorunlarına değinen bir deklarasyondu ya da bir mutabakattır ve her iki tarafın, yani hem Sayın Öcalan’ın hem de devlet tarafının birlikte ortak hazırladığı bir mutabakattan söz ediyoruz. Yazılış aşamasında, mutabakatın sağlandığı dönemde, hiçbir problem yok. Ortaklaşa hazırlanmış bir mutabakat, birlikte bir fotoğraf ortaya çıktı ve bu fotoğraf. Gerçekten hem devleti temsil eden hem hükümeti temsil eden hem de Sayın Öcalan’ı, yani Kürt tarafını da temsil eden bir yapıdan oluşuyordu. Ancak o fotoğraftan sonra, Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklanmasıyla birlikte ne yazık ki AKP hükümeti, Erdoğan, o masanın devrilmesine, o sürecin heba edilmesine ve bir daha telafisi çok zor sonuçlar doğuracak olan bir karara imza attı.
Dolmabahçe Mutabakatı bugün hayata geçmiş olsaydı, ki üzerinden 6-7 yıl geçti, bugün Türkiye bu kadar krizle boğuşan bir Türkiye olmayacaktı. Bugün Türkiye kendi çevre, komşu ülkelerle ya da işte Ortadoğu’daki belli başlı ülkelerle çatışmalı bir durumda olmayacaktı. Çünkü o mutabakat hem Türkiye içerisinde bir demokratikleşmeyi ama aynı zamanda tüm Ortadoğu’yu da kapsayacak olan bir demokratikleşme sürecini başlatacaktı. Bunun içerisinde Kürt sorununa demokratik çözüm vardı, adalete, yargıya çözüm vardı, kadın sorununa, ekoloji sorununa çözüm vardı. Türkiye'deki belli başlı bütün sorunlara çözüm bulan ve bunun hayata geçmesiyle birlikte de demokratikleşmenin ya da demokratikleşmenin başlayacağı bir süreci işaret ediyordu. Fakat ne yazık ki o süreç Erdoğan’ın bir söylemiyle masanın devrilmesine ve mutabakatın yok sayılmasına, hatta fotoğrafın bile tanınmamasına vesile olduğu tarihi bir hata yapıldı ve bu tarihi hatayı şu an açısından telafi etmek elbette ki mümkün gözükmüyor. Aynı anlayışa sahip, aynı yönetme biçimine sahip olan bir iktidardan bahsediyoruz ve bu iktidar hâlâ geçmişte düşündüğü, heba ettiği ve masayı devirdiği anlayışı ne yazık ki sürdürmeye devam ediyor.
PKK Lideri, avukatlarıyla 7 Ağustos 2019’da yaptığı görüşmede çözümdeki rol ve misyonunu “Bir haftada yaşanan sorunları çözebilirim” sözleriyle bir kez daha ortaya koymuştu. Siz de söylediniz, masanın devrilmesiyle ‘Çöktürme Planı’nı devreye koyan AKP büyük tahribatlar yarattı. Ancak Abdullah Öcalan bugün konuşursa, o atmosferi yeniden yakalamak mümkün mü?
Sayın Öcalan’ın aile ve avukat görüşlerine yine tekrardan başlaması, bu ülkeye birçok şeyi yeniden kazandıracaktır. Bu da Türkiye’nin geleceği açısından önemlidir.
Elbette, Sayın Öcalan’ın yapıcı bir rolü var. Bu her zaman hem konuşmalarında hem değerlendirmelerinde ortaya çıkan bir durum. Bu iktidarın bu noktaya dönmesi çok zor. Böyle bir anlayışları da yok zaten. Ancak Sayın Öcalan’ın bugün sesinin duyulması, birçok meselede çözüm aktörü olduğunu bir kez daha ortaya koyar. O açıdan da önemli ama en önemli mesele, bir insan hakları ihlali yaşanıyor. Bir hukuk ihlali yaşanıyor. Her şeyi bir tarafa bırakalım, Türkiye’de birçok şeyin düzelmesine, vesile olmasına yarayacak. Bu elbette ki önemli ama en önemli mesele, bugün yaratılan bu tahribatın, yani insan hakları ihlalinin, demokrasi ihlalinin, hak ve hukuk ihlalinin bir an önce ortadan kalkması gerekiyor. Kısacası, tecrit bu ülkeye büyük bir zarar veriyor. Tecridin kalkması, Sayın Öcalan’ın aile ve avukat görüşlerine yine tekrardan başlaması, bu ülkeye birçok şeyi yeniden kazandıracaktır. Bu da Türkiye’nin geleceği açısından önemlidir.
Ülkenin bir diğer gündemi ise seçimler. Uzun zamandır seçim tartışmaları var, ittifaklar, adaylar konuşuluyor. Partinizin grup toplantısında da seçimlerin tarihi ve kritik önemi üzerinde durdunuz. Türkiye nasıl bir seçime gidiyor?
Bu seçim tarihi bir seçim. Çünkü Türkiye’de bir rejim sistemi var. Bu rejim sisteminin bertaraf edilmesi gerekiyor. Türkiye aslında birçok noktada birçok konuda karar verecek, tercih yapacak. Mesele sadece bir cumhurbaşkanı seçmek ya da parlamentoya milletvekili seçmek değil. Türkiye'nin geleceği oylanacak; karanlık ve aydınlık oylanacak; savaş ve barış oylanacak; refah, huzur ya da faşizm oylanacak. Bütün bunların tercihinin yapılacağı bir seçim olacak. Çünkü 20 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği durum ortada. Aynı yöntemlerle ülkeyi yönetme çabası içerisinde olan bir iktidar. Yoksulluğun, açlığın, sefaletin, krizlerin, zamların, işçinin, esnafın, birçok kesimin, birçok toplumsal kesimin çok büyük mağduriyet yaşadığı bir dönemde ve insanların gerçekten artık AKP iktidarının ya da AKP’ye duydukları öfkenin son noktası, 14 Mayıs olacaktır.
Elbette HDP açısından da önemli. Çünkü HDP uzun süredir, özellikle 2015 seçimlerinden sonra büyük bir baskı altında, büyük bir şiddete maruz kaldı. Seçilmişlerinin görevden alındığı, cezaevlerine gönderildiği, HDP’nin kapatma davasının gündemde olduğu, Kobani kumpas davasının gündemde olduğu bir dönemde tarihi bir seçim yapılacak. Biz açıkçası HDP olarak bu seçimlere büyük bir önem atfediyoruz ve Türkiye halklarının bir kurtuluşu olarak görüyoruz. Türkiye halkları bu seçimde kendi geleceklerini oylayacak, kendi yarınlarını oylayacak, gençler, kadınlar kendi geleceklerine oy verecek. Bu sadece bir cumhurbaşkanının seçilmesi ya da parlamentoya kaç milletvekilinin girmesi meselesi değil. Açıkçası bütün toplumsal kesimlerin, muhalefetin kendi geleceğini ve kendi yarınlarını oylayacağı bir seçim süreci olacak. O yüzden önemli, o yüzden tarihsel diyoruz.
Cumhur İttifakı herkesin malumu. Altılı Masa da açıkladığı Mutabakat Metni’nde beklentileri karşılamadı, ne Kürt sorunu var ne anadilde eğitim hakkı. Siz nasıl gördünüz?
Bir taraftan deklarasyonumuz, bir tarafta Altılı Masa’nın açıkladığı mutabakat. Her iki ‘Tutum Belgesi’ karşılaştırırsa, Türkiye’nin kanayan yaralarına asla ilaç olmayacak bir anlayış olduğu görülecektir.
Açıklanan mutabakat ne yazık ki hiçbir çevreyi tatmin edecek bir mutabakat değil. Bugün yönetimde olan zihniyetin anlayışını badana yapmaktan öteye geçmeyen bir mutabakat olarak niteliyoruz. Yani köklü çözümlerin olmadığı, yaşanan krizlere köklü çözümlerin bulunmadığı ve bunu açıkça ifade etmeyen, dile getirmeyen bir ittifakın Türkiye’yi gerçekten nasıl yöneteceğini açıkçası çok merak ediyoruz. Biliyorsunuz 27 Eylül 2021’de, bir buçuk yıl önce açıkladığımız, Türkiye kamuoyuna duyurduğumuz 11 maddeden oluşan bir deklarasyonumuz var. Bir tarafta da dün Altılı Masa’nın açıkladığı bir mutabakat ya da bir tutum belgesi var. Her iki ‘Tutum Belgesi’ni karşılaştırırsa, arasında dağlar kadar fark olan ve Türkiye’nin sorunlarına kalıcı çözümleri yaratmayan, bulmayan, Türkiye’nin bugün kanayan yaralarına asla ilaç olmayacak ve asla çözümü getirmeyecek bir anlayış olduğu görülecektir. Bu kendileri açısından değerli ve kıymetli olabilir. Buna saygımız var, elbette ki her siyasi partinin kendine göre bir ‘tutum belgesi’ var ama ülkeyi yönetme iddiasında olan bir ittifakın ya da bir geleneğin şu an ülkeyi yöneten iktidarla aynı çizgide ya da aynı anlayışta olması gerçekten çok üzücü. Kürt sorununun olmadığı, Alevi sorununun olmadığı, kadın sorununun, İstanbul Sözleşmesi’nin bile içerisinde olmadığı ve bütün bunlara yer vermeyen, sadece ülkeyi yöneten iktidarın anlayışına benzer bir anlayışla ortaya çıkan bir ittifakın, kendini düzeltmesi gerektiğini düşünüyorum. O yüzden de bu mutabakat bu yaralara, bu dertlere deva bir mutabakat değil.
27 Eylül’de açıkladığınız deklarasyonda yaptığınız müzakere çağrınızı, bugün de sürdürüyorsunuz. Somutlaştırmak gerekirse, parti olarak müzakere adımlarınız neler?
Biz çağrımızı bir buçuk yıl önce yaptık ve her platformda, her söyleşimizde, her röportajımızda, bizim dışımızdaki toplumsal muhalefete bu çağrıyı sürekli yapan bir yerde durduk. O günden bugüne kadar bu mutabakatın üzerinde müzakere etmek, konuşmak ya da oturup bir masa etrafında bir araya gelmek gibi bir arayış, hiçbir kesim tarafından olmadı. Kadın örgütlerini, meslek örgütlerini bunun dışında tutuyorum. Yine diğer siyasi partiler, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan siyasi partiler, buna çok büyük bir önem verdiler. Nitekim deklarasyon açıklandıktan sonra Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kurulması yönünde bir yol belirlendi ve hayata geçti. Ancak diğer kesimler bu mutabakat metnini çok dikkate alan bir yerden yaklaşmadılar. Oysa mutabakat metni, Türkiye’nin demokratikleşmesine hizmet edecek ve bütün toplumsal kesimlerin sorunlarını çözebilecek bir mutabakattı.
Aday havuzumuz çok geniş. Türkiye toplumunu gerçekten güçlü kucaklayacak olan bir adayı çıkarmanın hazırlıklarını yapıyoruz.
Üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen çok fazla karşılıklı bir konuşma ya da bir diyalog ya da bir müzakere etme durumu yaşanmadı. Bu kadar büyük bir süreçten sonra, bu kadar seçimlere yakın bir döneme geldiğimiz bir süreçte, Emek ve Özgürlük İttifakı olarak HDP çatısı altında bileşenlerimizle, bireylerimizle birlikte kendi adayımızı çıkarma kararımız daha önce de açıklanmıştı. Ama en son Kars kongresinde ifade etmemle birlikte büyük bir yankı uyandırdı. Sadece kendi kitlemiz açısından ya da sadece bize oy veren HDP tabanı açısından ifade etmiyorum. Bu çok büyük çevreler tarafından yankı uyandırdı. ‘İşte beklediğimiz bu’ söylemi çokça ifade edildi. En azından HDP’nin bu açıklamasının, bu atağının, kendi adayını çıkarma kararının, Türkiye toplumunda bu kadar büyük bir yankı uyandırmasının önemli bir aşama olduğunu düşünüyorum. Biz kendi adayımızı çıkaracağız. Bunu en kısa zamanda kamuoyuyla paylaşma programımızı yapmaya devam ediyoruz.
Adaylık konusunda muhtemelen soracaksınız. Ben siz sormadan söyleyeyim. Aday havuzumuz çok geniş. Havuzun içinde çok fazla isim var. Kadın isimleri de var. Erkek isimleri de var. Ancak biz en güçlü, Türkiye toplumunu gerçekten güçlü kucaklayacak olan, güçlü mesajlar verecek olan, Türkiye’nin geleceğine dair önemli projeleri olacak bir adayı çıkarmanın hazırlıklarını yapıyoruz. Tamamlamaya çalışıyoruz. En kısa zamanda da kamuoyuyla bunu paylaşacağız. Halkların Demokratik Partisi, Emek ve Özgürlük İttifakı ile birlikte kendi adayıyla bu seçimlerde bir yarışa girecek. Bu yarış elbette ki zorlu bir yarıştır. Bunun farkındayız ancak o kendi iddiamızı, hedeflerimizi adayımızla birlikte ortaya koymak gibi de bir sorumluluğumuzun olduğunu da biliyoruz. Bunun farkındayız.
Ne zaman açıklamayı düşünüyorsunuz?
Bir tarih söyleyemem. Şu anda hazırlıklarımız devam ediyor. Büyük bir ihtimal, Şubat’ın yarısına doğru, ikinci haftası gibi açıklama ihtimali çok yüksek.
Havuzunuzda birçok isim olduğunu söylediniz ancak somutlaşan bir isim var mı?
Bir iki isim var elbette, ama henüz netleşen bir şey yok. Netleşmediği için bunu ifade etmek doğru olmaz.
Müzakere çağrılarınıza yeniden dönecek olursak, Altılı Masa ile herhangi bir temas veya görüşmeniz oldu mu?
Karşılıklı oturup konuşabileceğimiz bir ortam olmadı. Daha önce basına açık bir şekilde bizim diğer siyasi partilerine yaptığımız ziyaretlerimiz vardı. Ancak Meclis ortamında grup başkan vekillerimiz, milletvekili arkadaşlarımız bir temas sürdürüyorlar. Bu çok doğal. Bu çok olağan bir şey zaten. Mutabakat anlamında, müzakere anlamında herhangi bir temas şu an itibariyle yok. Önümüzdeki süreçte olur mu? Bunu bilemiyorum. Ancak şu an itibariyle böyle bir temasın olmadığını da belirtmek isterim.
Seçim gündeminde tartışılan konuların başında Erdoğan’ın adaylığı geliyor. Siz de grup toplantınızda “Erdoğan üçüncü kez aday olamazsın” dediniz. Erdoğan ve küçük ortağı ısrarla adaylığın önünde bir sorun olmadığını savunuyor…
Cumhur İttifakı ya da iktidar zaten Anayasa’yı, yasayı tanımayan bir iktidar ve Anayasa’yı tanımayan bir iktidarın üçüncü kez Cumhurbaşkanı olmayacağını bile bile bu konuda ısrar etmesinin Türkiye’ye hiçbir faydası yok. O yüzden yol yakınken, bu kadar büyük bir tartışma varken, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanının ya da cumhurbaşkanlığının meşru olmayacağı biliniyor iken, böyle bir konuda ısrar etmek gerçekten her anlamda Türkiye’nin yasasına da müdahaledir, Anayasa’sına da müdahaledir, seçimlerine de müdahaledir, demokrasiye müdahaledir, her anlamda bir müdahaledir. O yüzden üçüncü kez cumhurbaşkanlığının yolu açık olmayan bir insanın, Cumhurbaşkanı adayı olması meşru değildir, kabul edilemez. Anayasa’yı çiğneyerek bir adaylık söz konusu olursa, halkımız sandıkta buna cevabını en net şekilde verecektir. Bundan da hiçbir kuşkumuz yoktur.
Aynı zamanda parti ittifak olarak parlamento seçimlerini önemsiyorsunuz; parlamento seçimleri neden bu kadar önemli? Neyi hedefliyorsunuz?
Parlamento seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çok çok önemli. Bu dönem HDP parlamentoya büyük bir çoğunlukla girerek, büyük bir güç haline gelmek durumundadır.
Parlamento seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çok çok önemli. Bu dönem Halkların Demokratik Partisi parlamentoya büyük bir çoğunlukla girerek, büyük bir güç haline gelmek durumundadır. Çünkü şu an bakıyoruz bütün yasalar AKP ve MHP’nin oy çokluğuyla karar altına alınıyor ve yasalar çıkıyor. Bizim içerisinde olmadığımız, müdahil olmadığımız, itiraz ettiğimiz bu yasaların, Türkiye toplumunun yaşadığı krizlere ne yazık ki çare olmuyor. Ancak güçlü bir HDP’nin, her kesimden temsil edilen bir HDP’nin parlamentoda çoğunluk sağlaması, işte bu yasaların çıkmasında önemli bir etki yaratacak ve aynı zamanda da bu çoğunluk Türkiye’nin geleceğine de karar verecek bir çoğunluk olacaktır. Çünkü her çıkan yasa, AKP’nin isteği doğrultusunda çıkıyor. Ama bundan sonraki seçimlerde, HDP’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çoğunluk sağladığı bir parlamentoda istedikleri gibi yasaları çıkaramayacaklar.
Dolayısıyla HDP gücünü, misyonunu, parlamentoda da en etkin şekilde kullanmak için parlamentoya güçlü girmek durumundadır. Bunun için de hazırlıklarımız elbette ki var, parlamento seçimlerine de ayrı bir hazırlık yapıyoruz. Çok önemsiyoruz. Gerçekten büyük bir temsiliyet, Alevinin, kadının, Ermeni’nin, Süryanilerin, belki bu dönem çok farklı kesimlerin de Laz’ın, Çerkezlerin, Pomak’ın, Roman’ın neden olmasın? HDP çatısı altında bütün bu ötekileştirilen kesimlerin birlikte parlamentoda olmasının çok büyük bir önemi olacağına inanıyoruz ve hazırlıklarımızı da buna göre yapıyoruz.
Partinize açılan kapatma davası sürüyor. Son olarak Hazine yardımı yapılan hesaplarınız bloke edildi. Sözlü savunma tarihi 14 Mart; kritik bir zaman dilimi. Bir günde yüzlerce sayfalık belgeleri okuyup bloke kararı alan ve kapatma davasının seçim sonrasına bırakılma talebinizi reddeden AYM, bu tarihle partinize ne mesaj veriyor? Bu riski göze alıp HDP ile mi seçime gireceksiniz, yoksa alternatifleriniz var mı?
Anayasa Mahkemesi bugün siyasi kararlar veriyor, hukuki kararlar vermiyor. Son verdiği bütün kararlarda, Anayasa Mahkemesi’nin sarayın talimatlarına uyan kararlar verdiğini görüyoruz. Hem partimizin Hazine hesabına bloke kararının verilmesi ama aynı zamanda HDP’yi kapatma davasının seçimlerden sonra karara bağlanması için verdiğimiz dilekçelerin reddedilmesiyle çok açık ve net olarak ortaya konuldu. Anayasa Mahkemesi, kendi içtihatlarını uygulayan bir durumdan çokça uzakta ve bunun dışına çıkmış bir durumda. Biz partimizi kapatmanın da hukukla hiçbir alakası olmayacağını şimdiden belirtmek isteriz ki umut ediyor ve diliyoruz ki Anayasa Mahkemesi, bu konuda hukuki bir karar verir ve HDP’yi kapatmaz.
Onlarda oyunlar bitmez ama bizlerde de çareler tükenmez. Onların oyunlarına karşı bizim çokça çarelerimiz var. B ve C planlarımız mevcuttur.
Ancak biz her şeye en kötüsünden, en zorundan bakmak durumundayız. Seçmenimizi, halkımızı, tabanımızı asla alternatifsiz bırakacak bir durumda ve konumda değiliz. Bu konuda halkımız rahat olsun. HDP, kapatılsa da kapatılması da; önümüze engeller çıksa da çıkmasa da; önümüze barajlar konulsa da konulmasa da; en güçlü şekilde parlamentoya girmenin yollarını mutlaka bulacaktır. Bu konuda hiçbir eksik bırakmadan, halkımızın kafasında herhangi bir soru işareti bırakmadan hazırlıklarımızı yapmaya devam ediyoruz. Onlarda oyunlar bitmez ama bizlerde de çareler tükenmez. Onların oyunlarına karşı bizim çokça çarelerimiz var. B ve C planlarımız mevcuttur. O yüzden seçimlere en güçlü şekilde hazırlığımızın devam ettiğini de belirtmek istiyorum. Hem teknik anlamda hem örgütsel anlamda hem siyasi anlamda, her anlamda hazırız ve bu hazırlıklarımız da seçim gününe kadar da devam ettireceğiz. Seçimlerde de HDP kendi gücüyle mutlaka bu Türkiye siyasetinde, Türkiye siyasi arenasında yerini alacaktır.
Seçim startını ne zaman vereceksiniz ve sahaya ne zaman ineceksiniz?
Biz zaten halkın içinde olan bir partiyiz, biz startımızı çoktan verdik, seçim çalışmalarımızı çoktan başlattık. Bizim parlamentodaki çalışmalarımız, halk buluşmalarımız bir seçim çalışmasıdır. Mitinglerimiz bir seçim çalışmasıdır, işte bir en son İstanbul mitingimizi gerçekleştirdik. Çok güçlü, çok çok görkemli, çok coşkulu bir mitingdi. Emek ve Özgürlük İttifakı ile mitinglerimizi gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Ama ayrıca HDP olarak halkın yanında, sokakta, alanlarda, meydanlarda olmaya devam edeceğiz. Biz sadece parlamentoda siyaset yapan bir parti değiliz. Bugün Türkiye toplumu nerede eziliyorsa, nerede hor görülüyorsa, nerede ötekileştiriliyorsa, HDP her zaman için onun yanında oldu, olmaya da devam edecek. HDP alanı, sahayı, sokakları hiçbir zaman terk etmedi. Bundan sonra da terk etmeyecek. Seçim startını çoktan vermiş bir partiyiz.
MA / Özgür Paksoy