HEDEP Saray’ın ‘savaş bütçesi’ne şerh düştü: Çözüm 3'üncü Yol'un bütçesi

img

ANKARA- Bütçenin Saray tarafından hazırlandığını ve büyük bir kısmının savaş ile sermayeye aktarıldığını belirten HEDEP, bütçeye muhalefet şerhi düştü. Şerhte, 3’üncü Yol’un nasıl bir bütçe öngördüğüne de işaret edildi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP), AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Meclis Başkanlığı’na sunulduktan sonra Plan ve Bütçe Komisyonu’na inen ve geçen “2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi”ne muhalefet şerhti düştü.

TOPLUM VE DOĞAYA SAVAŞ AÇTI

169 sayfalık şerhte, Neoliberalizm salt bir iktisadi program olmadığı ve kapitalist dünya-sistemin el kitabı olduğuna vurgu yapıldı. Bu biçimin toplum ve doğaya savaş açtığı ve bu şekilde kar ettiği belirtilen şerhte, “Şemsiyesi kapitalist modernite, kutsalı ulus-devlet, amacı sermaye biriktirmek için geliştirdiği sömürü tekniklerini toplumsal yapının kılcal damarlarına kadar enjekte etmek olan neoliberalizm yeni-sağ ideoloji ile birlikte rıza üretim amacı gütmüştür” denildi.

VAR OLUŞ BİÇİMİ ŞEY-LEŞME VE TEK TİP

Neoliberalizmin rejimin tıkanması ve sol direnişlerin mücadelesi sonucu bir revizyon olarak ortaya çıktığı kaydedilen şerhte, “Her şeyin buharlaşmasını gerektiren bu kültürel mutasyonun arka planını teknik gelişmeler oluşturmuştur. Duygular dahil her şeyin alınır satılır bir meta potansiyeli olarak değerlendirildiği bu aşamada politikanın depolitizasyonu, kültürün metalaşması, doğanın talanı esas amaçlar olarak belirgin kılınmıştır. Neoliberalizm üstüne bindiği çıkmazı aşmak için doğanın her şartta sömürülmesini esas almış, işçi sınıfını güvencesizleştiren ve kırılganlaştıran bir politika seti devreye koymuştur. Online alışveriş, hizmet üretme-alma gibi süreçlerin gelişmesi davranış ve duyguların tüketim ekseninde ivme kazanmasına neden olmuştur. Algoritmik yönetimsellik diye ifade edilen süreçle birlikte, big datanın işlem gücü sonucunda öznellikler-özgünlükler görünmez kılınmış, kod davranışların belirleyicisi haline gelmiş, şeyleşme-tek tipleşme esas var oluş biçimi olarak öne çıkmıştır” ifadelerine yer verildi.

ÇIKIŞ ARIYOR

Neoliberalizmin 2008 krizi ile birlikte çoklu kriz boyutuna girdiğine işaret edilen şerhte, Kovid-19 salgınına dikkat çekildi. Şerhte, bu salgın ile birlikte kapitalizmin dayandığı temel sütunların bir çırpıda çökebileceğinin görüldüğü kaydedildi. Kapitalizmin çıkış aradığına vurgu yapılan şerhte, “Kapitalist hegemonya projesi eski olanı yeni harflerle halklara, emekçilere, kadınlara dayatarak kabul ettirmek üzere organize olmaktadır. Kapitalist dünya-sistem güç dengelerini gözeterek kurucu belgeler ve uygulayıcı kurumlarında bir yenilenme sürecini başlatmıştır. ‘Kurtarıcı’ olarak takdim edilen ‘otoriter popülist liderler’ hızlıca ‘şeytanlaştırılmış’, Ukrayna Savaşı da bu süreci Putin üzerinden sembolize ederek halklara sunmuştur” diye belirtildi.

Şerhin devamında dikkat çeken başlıklar ise şöyle:

SAVAŞ DİYALEKTİĞİ KURULDU

“İnsan ile doğa arasında savaş diyalektiği kuruldu. Kapitalist modernite imal ettiği insanı doğaya karşı kışkırttı. İnsanı doğanın efendisi konumuna terfi ettirerek yüzlerce yıllık ekokırımı haklı kılmaya çalıştı. Kapitalist üretim ve mübadele tarzı da endüstriyalizm sapkınlığıyla doğayı talan eden birikimci ahlakı kendisine motivasyon yaparak insan ile doğa arasındaki yok edici düşmanlık diyalektiğini hayata geçirdi. Ekolojik kırıma sebep oldu. Yeşil Yeni Mutabakat gibi sistem içi değişim içeren revizyonist projeler antikapitalizmi içermediğinden asla çözüm olamazlar. İklim krizine karşı çözüm ‘ekolojik toplum paradigması’ndadır. Ekonominin, sistemin ve toplumun bir bütün olarak ekolojik temelde yeniden inşasındadır. İnsan ile doğa arasındaki ilişkilerin anti hiyerarşik bir temelde radikal bir şekilde demokratikleştirilmesindedir.

İSYANLAR ARTTI

Yoksullaştırma politikaları, hak gaspları, baskıcı ve antidemokratik rejimler, emperyalist savaşlar, birbirini izleyen krizler dünya işçi sınıfını ve emekçileri nefessiz bırakmaya çalışırken, buna karşılık, dünya genelinde emekçi isyanları ve kitlesel grevler arttı dili, dini, rengi, etnik kökeni ne olursa olsun işçi sınıfı bu adaletsiz ve çürümüş düzene olan tepkisini daha güçlü biçimde açığa vurmayı sürdürdü.

ROJAVA ÖRNEĞİ

Özcesi Asya’dan Avrupa’ya, Güney Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar dünyanın her yerinde kapitalizme, sömürüye, baskıcı rejimlere, diktatörlüklere, ekokırım politikalarına, patriarkaya karşı yeni direniş modelleri, yeni mücadele şekilleri güçlenmeye serpilmeye devam ederken, ezilen halklar, işçiler, emekçiler, yoksullar, kadınlar ve gençler sosyalizm, özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesiyle tarih sahnesindeki yerlerini almaya devam ediyorlar. Rojava’da yaşanan devrim bu mücadelenin güncelliğini ve mümkünlüğünü somut olarak ortaya koyuyor.

DEMOKRATİK KOMÜNAL EKONOMİ

Bugün kadınların parçası olduğu pek çok alternatif topluluk ve ekonomi deneyiminin temel hedeflerinden biri tekelci kapitalist ticaretin egemenliğini kırabilecek yöntemler geliştirmektir. Bunlardan bazıları Meksika’nın cangıllarında özgürleştirilen topraklarda kolektif iş yaparak kahve üreten Zapatistalar, Brezilya’nın Maranhao bölgesinde kakao kıran amazon kadınları, kumaş dokuyan Guatemala’nın eski savaşçı kadınları yahut Şili’deki enerji kooperatifindeki kadınlar bu sistemin dünyadaki sadece birkaç örneği. Anti-kapitalist ekonomiyi geniş bir coğrafyada ele alan ve bunu toplumsal diğer alanlarla birlikte simbiyotik olarak işleten ve kurumsallaştıran en büyük örnek ise Kuzey-Doğu Suriye’de hayata geçirilen demokratik komünal ekonomi modelidir.

YERELDEN YÖNETİM

IŞİD işgali sonrası özgürleştirilen Kuzey-Doğu Suriye’de 2015 yılında kanton sistemi ilan edilmiş, 2017 yılında kanton ve bölgeler biçiminde en yerel ve küçük örgütlenmesi komünler ve meclisler olan bir sistem inşa edilmiştir. ‘Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü’ bir paradigma ile yönetilen bölgede, bölge yönetimi tarafından ‘Demokratik Özerklik’ olarak adlandırılan bir sistem inşa edilmiştir. Mevcut paradigması toplumsal ilişkileri ataerkil olmayan, merkezi ve devletçi bir formu reddeden, her türlü toplumsal örgütlenmeyi demokratik ilkelerle ekolojik dengeyi gözeten ve kadın özgürlüğünü esas alan bir sistem üzerine örgütlemektedir. Toplumsal çoğulculuk, eşitlik, özgürlük ve demokrasi tabandan inşa edilmektedir. Komün ve meclisler özerk yönetimin en önemli örgütsel yapısıdır. Köylerden şehir merkezine kadar her yerleşim biriminin meclisleri oluşturulmakta ve her türlü toplumsal ihtiyaç ve talep bu meclislerde tartışılarak yaşama geçirilmektedir.

NASIL BİR MODEL?

Kapitalist üretim modelini ve kapitalizmin ürettiği toplumsal ilişki biçimlerini reddeden bu yönetimde ekonomi toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda örgütlenmekte, temel örgütlenme modeli olarak da kooperatifler kabul edilmektedir. Demokratik Komünal Ekonomi perspektifine göre toplumun kolektif ihtiyaçları ve kararı ile kurulan kooperatifler toplumda üretici-tüketici ayrımını ortadan kaldıran örgütlenme araçlarıdır. Bu amaçla kurulan kooperatifler toplumun neyi üreteceğini ve neyi tüketeceğini belirleme kapasitesini geliştirerek ekonomiyi toplumsallaştırmaktadır. Ekonomi toplum dışı ve üstü bir örgütlenme olmaktan çıkarılmakta, ücretlilik ilişkisi ortadan kaldırılarak çalışma olgusunu kolektif ve arzu edilir bir faaliyet haline getirmek amaçlanmaktadır.

TEMEL İLKE: EŞİTLİK

Kooperatiflerin işleyişinin demokratik olması, ekolojik denge ile uyumlu olması ve kadın-erkek eşitliğini esas alarak işletilmesi temel ilkedir. Ekonomik faaliyetler kapitalist sistemin aksine eğitimden, politikadan, adaletten, kadın mücadelesinden ayrı ele alınmamakta, kurumların birbirleri ile olan ilişkileri ve bağları bütünün bir parçası olarak işletilmektedir. Anti-kapitalist bir kooperatifçilik anlayışının oluşmasında ve uygulanmasında öncülük etmektedir. Kooperatif evleri, yerelin özgünlüklerinde ortaya çıkan sorunları dünya deneyimleri ve direniş tecrübesine bakarak çözmeye çalışırken, bir taraftan da kıt imkanları içinde yeni yöntemler geliştirmektedir.

 KADIN EKONOMİSİ

Kadın özgürlüğünü özerk yönetimin temeli olarak gören yönetim okullarda, üniversitelerde cinsiyet eşitliği eğitimi vermekte, her meclis ve komünde eşit temsiliyet ilkesi uygulanmakta, kadın adalet evleri ile kadınların yaşadığı sorunlara çözümler üretilmekte, erkek şiddetine karşı her kurumda bütünlüklü bir mücadele yürütülmektedir. Kadın emeğini en kolay sömürülebilir emek olarak gören kapitalist sistemin karşısında demokratik özerklik sistemi ekonomi alanını kadınlar için özerk örgütlemekte, kadın ekonomisi olarak adlandırdığı bir sistem inşa etmektedir. Toplumsal ihtiyacı, kullanım değerlerini ve doğayla karşılıklılık ilişkisini esas alan kadın ekonomi anlayışı kadınların ekonomideki öncü rolünü yeniden kazanmasını sağlamayı hedeflemekte ve bunu daha fazla kadını kooperatifleşme hareketine katarak gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

YEREL ÜRETİM ALANLARI

Kadın ekonomisi, ürün çeşitliliğini kendine yeten bir ekonomi kurmanın temeli olarak görmektedir. Bu amaçla geçtiğimiz 10 yılda kadın komünleri öncülüğünde sebze ve yeşillik bahçeleri kurulmuş; susam, mercimek, nohut ve soya fasulyesi gibi daha önce az miktarda yetiştirilen ürünlerin üretimi arttırılmış ve binlerce meyve ağacı dikilmiştir. Daha önce hiç domates yetiştirilmezken, bugün seracılık yapılmakta ve endüstri alanında kurulan bir başka kadın kooperatifi bu seralarda yetişen domates ve biberlerden salça üretmektedir. Üretim hem tarlada hem de endüstri aşamasında yerel üretim koşullarına göre çeşitlendirilmektedir.

YENİ YAŞAMIN MÜMKÜNLÜĞÜNÜ GÖSTERİYOR

Çatışma koşullarına rağmen örgütlenen yüzlerce meclis, komün ve kooperatif ile doğrudan üretim ve tüketim ilkesi hayata geçirilmeye çalışılmakta, emeğine yabancılaşan milyonlar yerine onurlu bir emek dünyası inşa edilmektedir. Üretimin kolektifleştirilmesi her şeyin metaya çevrildiği günümüzde toplumsal değerleri ayakta tutmanın da yolu olmakta, ekolojik tahribatın bitirilmesinden kadına yönelik şiddetin önlenmesine kadar birçok olumlu gelişmeye de yol açmaktadır. Kuzey-Doğu Suriye’de inşa edilen demokratik komünal ekonomi modeli yeni bir yaşamın, başka bir dünyanın mümkünlüğünü de bir kez daha göstermekte, tüm ihtişamıyla halkların ve ezilenlerin umudunu büyütmektedir.

DÜŞÜK YOĞUNLUKLU SAVAŞ

Hükümetler, Kürt sorununa tamamen güvenlik eksenli politikaların etkisi altında bakmışlardır. Toplumsal meşruiyetin ‘terör’ ve ‘beka’ parantezine alınarak sağlandığı ‘düşük yoğunluklu savaş konsepti’ askeri vesayetin tasallutu altında sorunun sivilleşmesine ve demokratik mekanizmaların işletilmesinin önündeki en büyük engele dönüşmüş durumdadır. Savaş gerçeği ne devlet katında ne de hükümetler nezdinde kabul edilmedi. Ama devletin bütün kurum ve kuruluşları ve toplumsal uzam bu anlayışa göre dizayn edildi. Sistematikleşen sınır ötesi hareketlerin savaşı genişletmekten başka hiçbir şeye hizmet etmediği, tarihsel olarak ortaya çıkmış durumdadır.

SAVAŞ BÜTÇESİ

Meclis’e sunulan 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’ne göre başta Millî Savunma Bakanlığı (MSB) olmak üzere savunma ve güvenlik için ayrılan pay arttı. Hakeza savaşın diplomasini yürüten Dış İlişkiler bütçesindeki artış da dikkat çekici.  İlgili birimlerde artış oranının sürekli yüzde 100’ün üzerinde olması dikkate değerdir. 2023 yılını kapsayan Savunma ve Güvenlik Bütçesi 468.7 milyar TL. 2024 yılı Savunma ve Güvenlik Bütçesi ise 1 trilyon 133,5 milyar TL olmasıyla dikkat çekiyor. Bütçede güvenlik ile ilgili en yüksek payı alan kurum 15,7 milyar dolar ile Milli Savunma Bakanlığı’dır. Bakanlığı 10,9 milyar dolar ile Emniyet Genel Müdürlüğü takip ediyor. İlk üçte yer alan diğer kurum ise 6,7 milyar dolar ile Jandarma Genel Komutanlığı’dır.

EKMEĞİ BİLE ETKİLİYOR

En büyük silah tedarikçileri arasında Türkiye 12'inci sırada yer aldı.  Böylece F-35 programı için Türkiye’nin ödediği 1,4 milyar dolarlık ödeme karşılığında henüz herhangi bir envanter elde edilememiştir. Türkiye aynı zamanda S-400 hava savunma sistemini de 2,5 milyar dolara satın almış fakat aktifleştirememiştir. Totalde 3,9 milyar dolarlık bir ödeme karşılığında verimsiz bir askeri pozisyonun içerisine düşülmüştür. 2024 Merkezi Bütçe görüşmelerinin komisyon sürecinde de ifade ettiğimiz üzere, şu anda dünyanın farklı bölgelerinde süren savaş o kadar boyutlu bir savaştır ki, günlük hayatımızın içine de sirayet ediyor. Ekmeğin fiyatını etkiliyor. Kürt sorununun çözümsüz kalmasına bağlı olarak, bütün toplumsal ayrışmalara neden olan, toplumu tam da orta yerinden kesen ve toplumu bir gerilimin içinde tutan bir savaşa dönüşüyor.

SORUNLARIN EN ÖNEMLİ NEDENİ

Sadece askeri harcamalara ayrılan bütçe yaklaşık 40 milyar dolardır. 11 trilyon liralık bir bütçe ile karşı karşıyayız ve bütçede yüzde 10’un üzerindeki bir payın silahlanma ve güvenlikçi politikalara ayrılması, yoksulluğun, enflasyonun, krizlerin, bu şiddet ikliminin en önemli nedenlerinden biridir. Sadece 2000 sonrası süreci baz aldığımızda, Kürt sorununda çözümsüzlük üzerinden harcanan para yaklaşık 800 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır.  Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikaları tercih etmesi nedeniyle son 40 yılda 3 trilyon dolar kaybettiği hesaplanmıştır.

SARAY BÜTÇESİ TANIMLAMASI

İktidarlar zenginlerden mi yoksullardan mı, sermayeden mi emekçilerden mi, savaştan mı barıştan mı, kadınlardan mı erkek şiddetin mi yana olduklarını bütçe tercihleriyle ortaya koyarlar. Bütçelerin belirlenmesinde toplum söz, yetki ve karar sahibi olmalıdır. Halkın emeği üzerinden toplanan kamu gelirleri ve giderleri üzerinde halkın belirleme hakkı olmalıdır/vardır. 2024 Bütçesi’nde de bu hak ihlal edilmiştir. Bütçe topluma sorulmadan, danışılmadan, toplumsal talepler dinlenmeden, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve toplumsal katılım olmadan hazırlanmıştır. 2024 Bütçesi, halktan kaçırılarak Saray’da hazırlanmıştır. Bu sebeple 2024 Bütçesi Saray’ın bütçesidir.

SERMAYENİN TARAFI

Bu anlamıyla 2024 Bütçesi’ne baktığımızda yine toplum ve toplumun öncelikli talepleri yoktur. Toplum kendi hayatını ilgilendiren bütçe sürecine dahil edilmemiştir. Bütçe hakkını ihlal eden 2024 Bütçesi, halklarımızın hiçbir derdine derman olamayacak bir bütçedir. 2024 Bütçesi’nde tercihler emekçiden yana değil sermayeden, halktan yana değil bir avuç ayrıcalıklı kesimden, barıştan yana değil savaştan, kadından yana değil erkek egemen sistemden, yoksullardan yana değil zenginlerden yana kullanılmıştır.

BÜTÇE AÇIĞI ESKİ BÜTÇE KADAR

AKP kamusal fayda için kullanması gereken bütçeyi kendi çıkarları için kullanmakta, harcamaları kendi iktidarlarının devamlılığını sağlayacak şekilde kullanmaya devam etmektedir. Merkezi yönetim bütçesi Ekim 2023’te de açık vermiş, Ekim ayında bütçe giderleri 569,2 milyar TL bütçe gelirleri ise 473,8 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Merkezi yönetim bütçe dengesi Ekim 2023’te 95,5 milyar TL seviyesinde gerçekleşirken Ocak-Ekim dönemi bütçe açığı ise 608,1 milyar TL olmuştur. 2024 yılı bütçe açığı ise toplamda 2 trilyon 652 milyar TL olarak öngörülmüştür. Bütçe açığı, toplam bütçe gelirlerinin yüzde 28,5’ine denk gelirken bütçe giderlerinin ise yüzde 23,9’una denk gelmektedir. 2024 yılı için öngörülen açık neredeyse 2022 Bütçesi tamamına denktir. Çok kısa sürede ortaya çıkan bu kontrolsüz artış AKP’nin ekonomiyi nasıl yönettiğinin ve enflasyonun açıklanan rakamlardan çok daha yüksek olduğunu göstermesi açısından da çarpıcıdır. Ayrıca 2 trilyon 652 milyar TL’lik bütçe açığı 2024 Bütçesi’nin dörtte birine denk gelmektedir. Yani bütçenin dörtte biri yok hükmündedir.

YENİ VE DERİN ARAYIŞ

İmralı, tarihe geçen ünlü ada hapishanelerden farklıdır. Kürt sorununda paradigmasal değişimin, yani tüm hikâyenin de yeniden kurulduğu yerdir. Bu hikâyenin hakikatine karşı açılan savaş, tecridin de mutlaklaşma, derinleşme serencamına giden sürecin hikâyesidir. Abdullah Öcalan yeni ve derin bir arayışa gitti. Savaşlar verilerek kurulan ulus-devletlerin savaş döngüsünden ibaret bir özgürlük yanılsamasını teorize ettiklerini çözümledi. İmralı bir çözüm arayış mekanına dönüştükçe saldırı da bir o kadar sertleşti. İmralı, ‘özel bir hukukun’, ‘özel bir rejimin’ ve ‘özel yasaların’ işlediği bambaşka bir yerdir. Özel bir statüye tabi kılınan ada ve çevresi, hala denizden ve havadan 5 mile kadar askeri yasak bölge statüsündedir.

HUKUKUN KARA DELİĞİ

Tecrit ve tecrit şahsında İmralı adası, bugün hukukun kara deliği olmakla yetinmiyor, tüm hukuksuzlukların da toplamı olarak beliriyor. Tecrit şahsında hukuk nasıl oldu da kendini inkâr edecek hukuku oluşturmak zorunda kaldı? Türkiye’de şiddet ve hukuksuzluğun zirvesi tecrittir. Hukukun sıfır noktası dahi değildir tecrit, sıfır noktası dediğimizde ona bağlı bir uzamdan bahsediyoruzdur hala, oysa tecrit somut ve soyut olarak hukukun dışıdır.

KAPATILMALIDIR

Tecrit, Kürt sorununda çözümsüzlüğün geldiği yerdir. Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değildir. Demokrasi, özgürlük ve statü sorunudur. ‘Demokratik uzlaşı, özgür bir siyaset ve evrensel hukuk’ olarak ifade edilen Kürt sorunundaki demokratik çözüm yolların önündeki engeldir tecrit. O halde İmralı ve İmralı şahsında halen çözümün ve bilinçli olarak yaratılan çözümsüzlüğün merkezidir. Buradaki tecrit rejimi halkların başına musallat olmuş, toplumsal meşruiyeti hiçbir zaman olmamış bir rejimdir. O halde bu hapishane kapatılmalı, bu hukuk dışı sisteme son verilmelidir.

ÖZGÜR BİR ADIM

2011’de Suriye’de başlayan iç savaş, Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde kendi öz gücüyle üçüncü bir yol inşa ederek, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve daha bir çok inanç ve kültürden halkları bir araya getirerek Ortadoğu’da yeni bir demokratik ve özgürlükçü model oluşturmuş ve bu oluşumun simgesi bütün dünyada kadınlar olarak kabul edilmiştir. Kadınların öncülüğünde İŞİD gibi insanlığa karşı ağır suçlar işlemiş suç örgütüne karşı Kobane’den Rakka’ya kadar mücadele edilmiş ve nihayetinde Suriye halkları adil ve özgür geleceğe doğru ilk adımını atmıştı.

AĞIR BİR FATURA İLE

Kürtlere karşı tüm Türkiye halklarına mal olacak ağır bir faturayla bir savaş ortamı yaşatmıştır. Bedeli ne olursa olsun anlayışıyla başlatılan bu süreci sadece askeri bağlamda değerlendirmek büyük bir yanılgı olacaktır. Kürtlerin en ufak demokratik kazanımının veya diğer bir deyişle Suriye’de halklar yararına en ufak demokratik kazanımın tasfiye edilmesi AKP dış politikasının merkezine oturtulmuştur. AKP’nin özellikle son 8 yılda Rusya, ABD, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler ve NATO ile yürüttüğü ilişkilere bu çerçeveden bakıldığında bu durum daha da anlaşılır olacaktır.

ÇÖZÜLMEDEN DÜZLÜĞE ÇIKIŞ YOK

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında Kürt Sorunu çözülmedikçe, resmi devlet ideolojisinin Kürt algısı değişmedikçe ne Türkiye’de demokrasiyle taçlandırılmış bir cumhuriyet mümkün olacaktır ne de Türkiye halkları yararına etkin bir dış politika anlayışı hayata geçirilebilecektir. Kürt Sorunu var olmaya devam ettikçe Türkiye’nin dış politikası toplum yararına kazanımlar elde edemeyeceği gibi başta emekçiler olmak üzere bütün nüfusu doğrudan etkileyecek tahribatlar oluşturmaya devam edecektir.

AYRIMCI POLİTİKA

Gençlik politikaları, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de egemenlerin, ‘ideolojik tahayyüllerinin taşıyıcısı’ yaratma çabasının bir parçası olarak düşünülmüştür. 21 yıllık iktidarında AKP, dindar/kindar ve ‘milli değerlerine bağlı nesil’ yaratma amacıyla toplumda ve gençler arasında kutuplaştırmayı artırma yönündeki politikalarına aralıksız devam etmiştir. Mevcut iktidar ve irili ufaklı ortakları için gençlik, ideolojik saiklerle yapboz tahtasına çevirdikleri eğitim sistemi vasıtasıyla ‘şekillendirebilecekleri’ bir nesne grubu statüsündedir. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nde ve aynı gelenekten geldiği partilerde, gençlerin gençlik kollarından, gençlik koordinasyonlarına oradan da gençlik meclisine varan uzun ve kararlı mücadelesiyle gençler, nesne veyahut da bir bütünün yalnızca ‘sıradan bir uzvu’ olmaktan çıkıp politik bir özne grubu statüsüne geldiği yadsınamaz bir gerçek haline gelmiştir.

EĞİTİMLİ İŞSİZLER ORDUSU

7 milyona yakın üniversite öğrencisi olan Türkiye’de, öğrencilerin karşı karşıya kaldıkları problemler her geçen gün katlanarak büyümektedir. İhtiyaç ve talepler doğrultusunda rasyonel, eşit, demokratik bir eğitim politikası üretmeyen bilakis üniversite ve öğrenci sayısını artırmanın gerçek işsizlik oranını/sayısını, ‘eğitimli işsizler ordusu’ yaratarak gizleme için bir yöntem olarak kullanan AKP yönetimi altında öğrenciler, eğitim yaşamlarının yanında aynı zamanda çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Yoksulluk içerisindeki gençler inşaatlarda ve ağır iş kollarında iş cinayetlerine kurban gitmektedir.

‘EVE KAPATMA YÖNLÜ’

Bütçe tercihleri, genç yoksulluğunu bitirme ve üniversite öğrencilerinin problemlerini çözmeye dönük politikalar için kullanılmak istendiği takdirde, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bütçesinin yalnızca yüzde 3’ü ile dahi bütün öğrenim kredileri bursa dönüştürülebilir, borçlanmalar sonlandırılabilir. Öğrencilerin yat da öğrenim yaşamı dışındaki gençlerin karşı karşıya kaldıkları en mühim sorunların başında işsizlik ve istihdam süreçlerine dahil olamamak gelmektedir. AKP genç yaşta evliliği teşvik etmek için elinden geleni yapmaktadır. AKP iktidarının en önemli motivasyonu ve maksadı genç kadınları eğitim yaşamından, ekonomik/sosyal yaşamdan yalıtarak ‘eve kapatmaktır’ Genç kadınlara AKP’nin biçtiği rolün özcesi ‘evlen, çocuk yap, evde otur’dur.

ÖZEL SALDIRILAR

Türkiye’deki hemen tüm gençleri yatay kesen bu politikalar ve uygulamalara ek olarak Kürt gençler üzerinde de onları toplumsal ilişkilerden ve özellikle politik yaşamdan uzak tutma maksatlı uygulanan politikalar söz konusudur. Kürt gençler, bizzat kamunun bazen göz yumması bazen ise direkt fail rolü oynamasıyla uyuşturucuya ve yozlaşmaya sürüklenmek istenmektedir. Bu ajanda çerçevesinde, yine merkezi bir ‘cezasızlık politikasıyla’ korunan kolluk kuvvetleri tarafından genç kadınlar cinsel saldırılara maruz bırakılmaktadırlar. Bugünü AKP iktidarı tarafından çalınan gençlerin yarına dair umutları da yine AKP tarafından çalınmak istenmektedir.

‘BU BÜTÇEDE KADIN YORTUR’

Bütçe, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe değildir. Bu bütçede kadın yoktur. Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılık ve şiddetin durdurulması için kamu bütçeleri cinsiyet eşitliği perspektifi ile hazırlanmalıdır. Kadınlara yönelik kamu hizmetlerinin çoğaltılması, vergilendirmede cinsiyet eşitliğinin arttırılması zorunludur. Karar alma süreçlerine kadın katılımını arttıracak mekanizmaların inşa edilmesi gerekir. Ancak 2024 Bütçesi’nde toplumsal cinsiyet faktörü yok sayılmıştır. Yaşam hakkı tehdit altında olan milyonlarca kadın için daha eşit ve özgür bir yaşam alanı açılabilmesinin yolu toplumsal cinsiyete dayalı bütçelemeden geçmektedir.

NASIL OLMALI?

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak kamusal hizmetlere erişimde ve tüm alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan, kadınların çalışma hakkını destekleyen, kadın istihdamındaki cinsiyet temelli ayrımcılığı ortadan kaldıran, her mahalleye ücretsiz kreş açan, tarlada, atölyede, evde kayıtsız çalışan kadınlara güvence ve eşit işe eşdeğer ücret sağlayan, kız çocuklarının, genç kadınların eğitim ve barınma haklarını korumaya alan, kadına yönelik şiddetle mücadele için pay ayıran, kadın girişimcileri destekleyen, genç kadınların istihdamda yer bulması için teşvikler sağlayan, ev içi emeği görülmeyen kadınların sağlık ve emeklilik primlerini bütçeden ödeyerek emekli olmalarını sağlayan, İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerinin yerine getirilmesi için Kadın Bakanlığı’nın kurulmasına öncülük eden politikaları hayata geçireceğiz.

ADİL VERGİ SİSTEMİ

Bütçenin temel bileşenlerinden biri olan vergi gelirlerinin büyük kısmının emekçilerden alınması yerine adil bir vergi düzeni getirilmeli, kadınlara pozitif ayrımcılık sağlanmalı. Kadın yoksulluğuyla ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele, bütçe politikalarının odak noktasında olmalı, her kalemde bu amaç dikkate alınarak bütçe hazırlanmalı. Çocuk, yaşlı ve hasta bakımı için ayrılan ödenekler artırılmalı, kamu kaynaklarıyla desteklenmeli, bakım emeği kadın emeği olmaktan çıkarılmalı, bu emeği ücretlendirmek için bütçe ayrılmalı. Ev eksenli çalışan kadınlar sigortasız, güvencesiz ve işçi haklarından yoksun bir şekilde çalıştırılmakta, aynı zamanda, ev işleri kadınları eve bağlayarak ekonomik bağımsızlıklarından mahrum bırakmaktadır. Ev emeği kamusal bir hak olarak kabul edilmeli, güvenceli ve kayıtlı çalışma kapsamına alınmalı ve buna yönelik bütçe ayrılmalı.

İŞBİRLİĞİ İLE YAPILMALI

Demokratik katılımcı mekanizmalarla oluşturulacak STK’lar ve uzmanlar ağı işbirliğiyle toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ve şiddetle mücadele programları geliştirilmesi için bütçeden pay ayrılmalı. Şiddete maruz bırakılan kadın, çocuk ve farklı cinsiyet kimliklerine, tıbbi, psikolojik, sosyal destek sunan ‘Cinsel Şiddet Kriz Merkezleri’ açılmalı, hayatta kalanların toplumsal yaşamlarını sürdürebilmeleri için uzun vadede hukuki, psikolojik, sosyal, akademik ve maddi destek verilmesi için bütçe ayrılmalı.

TARIM DA ÇİFTÇİ DE BİTTİ

AKP uyguladığı politikalarla tarımı bitirme noktasına getirmiş, Türkiye saman bile ithal eder hale gelmiştir. Artan girdi maliyetleri ve çıktıların ucuz fiyatlarla alınması çiftçileri üretimden koparmış, Türkiye gıda enflasyonunda rekorlar kırmıştır. Tarımsal destekler için ayrılması gereken kaynaklar kanuni sınırların dışında verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı’na ve Diyanet’e ayrılan devasa kaynağa rağmen milyonlarca insanın hayatını ilgilendiren tarım gibi kritik bir sektörde tarımsal destekler için ayrılan pay sadece 91,6 milyar TL olmuştur. Tarımsal destek payı yıllar içerisinde daha da düşmüştür. Oysa küresel gıda fiyatları düşüş eğiliminde olmasına rağmen Türkiye’de gıda fiyatları 36 aydan bu yana sürekli artmaktadır.

TOPRAKSIZ KÖYLÜYE TOPRAK TAHSİS EDİLECE

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak tarlasını ekemeyen ve hasadı para etmeyen çiftçilerin yanında yer alacak, küçük ölçekli çiftçilerin borçlarını silecek, çiftçiye verilen mazot, gübre, ilaç, yem, tohum ve veterinerlik giderlerinin yüzde 80’ini kamu hazinesinden karşılayacak, destekleri üretimden önce nakden ödeyecek, üretilen ürüne alım garantisi sağlayacak, çiftçilerin tüm elektrik borçlarını silecek, topraksız köylüye tarla tahsis eden politikaları hayata geçireceğiz.

EMEKLİNİN DURUMU NE?

AKP döneminde büyük kayıplar yaşayan emekliler son yıllarda en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamayaz noktaya gelmişlerdir. Milyonlarca emekli yoksulluk sınırının 6’da 1’ine denk gelen bir maaşa mahkûm edilmişlerdir. 2009 yılında 9 milyon 174 bin emekli yılda 68,6 milyar lira maaş alırken bir emeklinin aylık ortalama maaşı 623 liraya denkti. 2009 yılında asgari ücret 527 liraydı yani 2009 yılında bir emekli, ortalama olarak asgari ücretten yüzde 18,2 daha yüksek maaş alabiliyordu. Mayıs 2023’te 14 milyon 726 bin emekli 5 ayda 491,8 milyar lira maaş alırken bir emeklinin aylık maaş ortalaması 6.680 liraya denkti. Mayıs 2023’te asgari ücret 8.506 liraydı. Yani 2009 yılında asgari ücretten yüzde 18,2 daha fazla ücret alan bir emekli 2023 yılında asgari ücretten yüzde 27,3 daha düşük maaş alır duruma gelmiştir. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak Emekçi Halkın Bütçesi’yle ay sonunu getiremeyen emeklilere nefes aldıracak, en düşük emekli maaşını o ay açıklanan yoksulluk sınırının en az yarısı olacak şekilde kanuni güvence sağlayacak ve emeklilere her altı ayda bir enflasyon oranında güncellenen, 15.000 TL bayram ikramiyesi vereceğiz.

EN ÇOK ETKİLENEN ÇOCUKLAR

Türkiye’de çocuklar toplumsal, siyasal, iktisadi ve toplumsal cinsiyet alanında yaşanan krizlerden en çok etkilenen grupların başında gelmektedir. Türkiyeli milyonlarca çocuk işçilik/zorla çalıştırılma, istismar, madde bağımlılığı, şiddet ve yoksulluk gibi sorunlarla karşı karşıyadır, bunun yanı sıra anadilinde eğitim görememe ve zorla yerinden edilme gibi şiddet süreçlerinin merkezinde yine çocuklar yer almaktadır. Buna rağmen ne devlete bağlı kurumlar ne de siyasi partiler çocukların korunması ve haklarından yararlanması yönünde gerekli sorumluluklarını yerine getirmektedir. Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı illerdeki çatışmalı süreçte Kürt çocuklar devlet şiddetinin hedefinde yer almakta, Uğur Kaymaz örneğinde olduğu gibi çok sayıda çocuk ‘terörist’ ilan edilerek katledilmektedir. Son yıllarda ise zırhlı araçların çarpması sonucu birçok Kürt çocuk yaşamını yitirmiştir.

YURTTAŞ OLARAK KABUL EDİLMEMEKTE

Nüfusun yaklaşık 3’te 1’ini oluşturan çocukların şiddete ve istismara uğraması, maddeye bağımlı hale getirilmesi, çalıştırılması, erken yaşta zorla evlendirilmesi, kanunla ihtilaflı hale gelmesi ve anadilinde eğitim ve ücretsiz sağlık hakkı gibi temel haklarından mahrum bırakılması yaygın biçimde devam ederken, çocuklara yönelik kapsayıcı politikaların üretilmesi ve hayata geçirilmesi konusunda henüz yol alınabilmiş değildir. Çocuklar yurttaş olarak kabul edilmemekte, daha ziyade ya ebeveyn veya aileye bağımlı/ailenin uzantısı şeklinde ya da üzerine gelecek inşa edilebilen bir nesne/şey olarak kurgulanmaktadır. Birer özne olarak görülmeyen, kabul edilmeyen çocuklar; kendi yaşamları, yaşam alanları ve gelecek tahayyülleri hakkında ortaya çıkan toplumsal sorunların çözüm süreçlerinden de bilinçli bir çabayla dışlanmaktadırlar.

ÇOCUKLAR İÇİN BÜTÇE

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak • Okullarının tüm kademelerinde ücretsiz okul yemeği, içme suyu ve hijyen ürünlerine ücretsiz erişimine derhal geçilmesi, okul öncesi eğitimin ücretsiz olarak ve tüm kesimlere açılması için bütçeden pay ayrılacak. Çocukların işçileşmesine son verilmesi çocukların refahına yönelik adımların atılması için gerekli tedbirler alınacak. Çocuk bütçesinde doğrudan çocukların ve sivil toplum kuruluşlarının bütçe sürecine dâhil edilecek. Eğitim, sağlık, adalete ve sosyal korumaya yönelik çocuklara özel harcama kalemleri belirlenecek. Anadilde eğitim başta olmak üzere sınıfsal, kültürel ve dilsel farklılıkların korunması ve yaşam bulması; ayrımcılık, ırkçılık ve eşitsizliğin kaldırılmasına ilişkin bütçe ayrılacak.

ENGELLİLİĞE DUYARLI BÜTÇE

Bizler Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak Engelliliğe Duyarlı Bütçeyi anlayışını savunuyoruz. Bu temelde engellileri görünmez kılmaya çalışan sağlamcı, tekçi, hiyerarşik, heteronormatif ve normcu yaklaşımları reddederek engellilerin eğitim, sağlık, istihdam ve özgür eş birliktelik talebi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Engellileri ekonomik ve sosyal yaşamda yok sayan, ayrımcılığa sebep olan tüm politika ve uygulamaları ortadan kaldıran, tüm engelli gruplarına şartsız olarak temel yurttaşlık geliri ödeyen, kamuda engelli istihdamı kotasını yüzde 10’a yükselten ve engellilerin tüm destek araç ve gereçlerini ücretsiz olarak karşılayan politikaları hayata geçireceğiz.

RADİKAL DEMOKRASİ

Partimiz Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi, ‘radikal demokrasi’ taraftarıdır. Radikal demokrasi, demokrasinin hayatın tüm alanlarına doğru genişletilip derinleştirilmesidir. Toplumsal gerçekliğin radikal bir şekilde demokratikleştirilmesi projesidir. Hiçbir alanın demokrasinin kapsama alanının dışında kalmamasıdır. Öyle ki bu radikalleştirme atağı demokrasinin de demokratikleştirilmesini içerir. Bu temelde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak radikal demokrasi paradigmamız gereğince demokrasinin teknikleştirilmesine itiraz ederek toplumsal gerçekliğin tüm alanlarında demokrasinin geçerli olmasını savunuyoruz.

DEMOKRATİK EKONOMİ MODELİ

Bu bağlamda Demokratik Ekonomi, radikal demokrasi paradigmamıza dayanarak ekonominin demokrasiyle buluşması programının adıdır. Ekonomiyle demokrasiyi buluşturmayan hiçbir ekonomi projesi sistemin zincirlerinden kendisini kurtaramaz. Ekonominin demokratik temelde radikal olarak yeniden inşa edilmesi zorunludur. Bu model, üretim, mübadele ve tüketim alanlarında toplumun söz, yetki ve karar sahibi olmasıdır. Yurttaşlar, üretim ve tüketim kooperatiflerinde, fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda, dükkânlarda, ofislerde, okullarda, hastanelerde yani tüm işyerlerinde konseyler aracılığıyla karar alma süreçlerine aktif bir biçimde katılırlar.

3’ÜNCÜ YOLUN EKONOMİK ALANIDIR

Demokratik Ekonomi Programı düzenin iki ana eğiliminin ekonomi politikalarından farklı olarak ekonomide 3. Yol’un yaratılmasını amaçlayan, radikal demokrasinin ekonomi programıdır. 3. Yol felsefesinin ‘devrimci/radikal demokrasi’ programının ekonomik alandaki tamamlayıcısıdır, antikapitalisttir. Demokratik Ekonomi Programı halkın en acil sorunlarını çözmek için bir ayağı bugüne basan, diğer ayağı ise savaşların, sömürünün olmadığı bir dünya idealine bağlı olarak geleceğin toplumunda olan bir geçiş programıdır. Demokratik Ekonomi Programı, Türkiye'deki mevcut krize karşı hem güncel hem de yapısal doğru çözümler içeren gerçek çözüm programıdır. Demokratik Ekonomi Programı, geniş toplumsal kesimlerin enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, barınma sorunu gibi acil ihtiyaçlarına tüm emekçilerin, ezilenlerin ve dışlananların yararına çözümler üretir.

ANAYASA MANİPÜLASYONU

AKP sivil anayasa, milli irade söylemleri ile açıkça siyasi manipülasyon yapmaktadır. Yıllardır iktidarda olmasına rağmen ne hikmetse anayasanın ayağındaki postalları çıkarmamıştır. AKP’nin üzerinde her ne kadar asker üniforması olmasa da anayasa değişikliklerini zamana yayılmış bir darbe sürecinde, baskı ortamında yapmıştır. Bugüne kadar yapılan anayasalar, ülke üzerine güvenlik duvarları inşa ederek toplumu ve toplumsal hafızayı baskılamayı amaç edinmiştir. AKP sonrası süreçte ise bu duvara yeni tuğlalar örülmüştür. Yüzde yetmişi değiştirilmesine rağmen ‘sivil’ anayasaya evrilmeyen 1982 darbe anayasasının, yamalarla sivilleşeceği de akla aykırıdır.  Yeni bir rejim inşa etmeye girişen AKP demokratik olmayan eklektik bir başkanlık rejimiyle zaten var olan anayasal krize ivme kazandırmıştır. Anayasal talepler doğrultusunda mücadeleler her dönem olduğundan daha fazla baskı, işkence ve toplumsal yalıtılmışlıkla karşı karşıya bırakılmıştır.

UZLAŞIYA DAYALI TOPLUMSAL SÖZLEŞME

Partimiz Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile geldiği siyasi gelenek, tereddütsüz bir şekilde başta Kürtler olmak üzere tüm Türkiye halklarının kaderinin kanla, savaşla, kaosla yazılmaması için toplumsal bir sözleşmeyi savunmuştur. Toplumsal uzlaşıya dayalı toplumsal bir sözleşme ütopya olmayıp özellikle Kürt meselesinin çözümü ve toplumsal barışın sağlanmasında kilit bir rol oynayacaktır.  Savunduğumuz toplumsal sözleşme barış kültürünü esas alan, bir arada yaşama iradesini güçlendiren, her türlü ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve dini-mezhebi ayrımcılığı ortadan kaldıran, ekolojik dengeyi gözeten, emek eksenli, doğrudan demokrasiyi hedefleyen, geçmiş anayasa pratiklerinden ayrılmış, bir anayasadır. Toplumsal çeşitliliklerin varlığının anayasal olarak tanınıp korunup geliştirilmesi için anayasal güvence altına alınması başta Kürt sorunu olmak pek çok sorunun çözümünde oldukça ön açıcı olacaktır. Bu temelde tüm bireylerin ve halkların uluslararası standartlardaki insan hak ve özgürlüklerden yararlanmasını hedefleyen, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasa talebi Türkiye halklarının ve emekçilerinin ortak istenci ve ihtiyacıdır.

REDDİ MİRAS HALİNE GELDİ

1923 yılları arasındaki döneme kısmî diyalog, birliktelik süreci demek mümkündür. Cumhuriyet açısından bu dönem demokratik bir cumhuriyet inşasının imkân referansı olan dönemdir. 1921 Anayasası’nda kendini bulan bu dönemde söz konusu anayasa ‘yerinden yönetim ve farklı kimliklerin birlikteliği’ vurgusu ile ayırt edici özellik kazanmıştır. Bu özellikler daha sonraki tek bir anayasada görülmedi ve resmi tarihin kasıtlı şekilde unutulan reddi mirası haline geldi.

KAPILARINI AÇAR

Abdullah Öcalan tarafından bunun ilk formülasyonu, daha 1990’ların başında ortaya çıkarılan demokratik cumhuriyet hamlesinin önü tıkanmak istenmiştir.  Zaman içindeki tüm saldırı süreçleri ile birlikte artık klasik devlet refleksi ve resmi ideoloji iflas etmiş, enkaz içerisinde kalmıştır. Bu enkazdan kurtulmanın yolu ikinci yüzyılda Demokratik Cumhuriyet’i kurmaktan geçer. Kürt meselesinde barış, Demokratik Cumhuriyet’in kapılarını açan anahtardır. Hakikat yürüyüşünün yolu Demokratik Cumhuriyet’le gerçek hüviyetini kazanabilir. Çünkü Demokratik Cumhuriyet, kapitalist sistemi ve onun eseri olan katı ulus devlet sistemini aşma temelinde kendisini yaşamsallaştırmaya çalışan bir halklar sistemidir. Demokratik Cumhuriyet emeğin özgürlüğünün en güçlü formudur.”