WAN - Türkiye’nin uluslararası sessizlikten güç alarak İmralı tecridini derinleştirdiğini belirten avukat Cemal Demir, “İktidarın yaptığı zamana yayılan bir ihlali topluma benimsetmektir” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 25 yılı aşkın bir süredir tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 25 Mart 2021 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı kesintili telefon görüşmesinden bu yana haber alınamıyor. 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde verilen avukat görüş yasağı Şubat 2018’e kadar sürdürüldü. Bu tarihten sonra ise avukat görüşü 6 aylık “disiplin cezaları” gerekçesiyle devam etti. En son 3 Mayıs’ta Bursa İnfaz Hakimliği tarafından verilen yasak kararıyla birlikte Abdullah Öcalan'a 8 yılda en az 13 kez 6 aylık avukat görüş yasağı verilmiş oldu.
Tecrit giderek ağırlaşırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 18 Mart 2014’de Abdullah Öcalan’ın şartlı salıverilme hakkına sahip olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmesini (umut hakkı) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı buldu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AB BK) ise, 17-19 Eylül arasında yapacağı toplantıda AİHM’in ihlal kararlarını gündemine alma kararı aldı. Komite, söz konusu toplantıda AİHM’in ihlal kararlarının ve gerekliliklerini uygulanıp uygulanmadığının denetlemesi bekleniyor.
Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Cemal Demir, umut hakkı ve derinleştirilen tecride dair değerlendirmelerde bulundu.
SESSİZLİKTEN GÜÇ ALINIYOR
İmralı tecridinin halklara ve özellikle Kürtlere bir mesaj olduğunu belirten Demir, “AKP ve MHP, 41 ayı aşkın bir süredir Sayın Abdullah Öcalan’ın üzerinde ağırlaştırılmış tecrit ve sosyal izolasyonu uygulayarak, aslında Kürtlere ve dostlarına ‘istediğim ölçüde sesinizi çıkarabilirsiniz, mutlak bir güce sahibim’ mesajı veriliyor. Böylesi sahte bir özgüvene sahip bir otoriter, faşist, halk düşmanı bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Kürt halkının ve demokratik kamuoyunun öteden beri üst perdeden ortaya koyduğu eylem, etkinlik ve itirazlara rağmen bu otoriter iktidar tecritten hiçbir şekilde geri adım atmamaktadır. Faşist iktidar, uluslararası insan hakları savunucuları ve demokratik kurumların anlaşılmaz sessizliğinden güç almaktadır. Bu bağlamda Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi ile Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) halkların sesine ve itirazına kulak kapatmasına bir anlam vermek mümkün değildir” diye belirtti.
AİHM’İN UMUT HAKKI KARARI
AİHM’in “umut hakkı” kararına değinen Demir, “Ağırlaştırılmış hapis cezası 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikle getirilen bir düzenlemedir. Bu cezanın infazı hükümlünün ölümüne kadar devam eden bir süreçten ibarettir. ‘Umut hakkı’ olarak adlandırılan içtihat ise, bir insanın hiçbir şekil ve koşulda, hiçbir hukuk rejiminde, hiçbir infaz sisteminde, ömür boyu sürecek bir hapis uygulamasına maruz bırakılamayacağının ifadesidir. Bilindiği üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sayın Abdullah Öcalan’ın başvurusunda ‘umut hakkı’ bağlamında bir ihlal kararı verdi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve mahkemesinin hukuki statüsünün bir parçası olan Türk devleti, bugüne kadar bu mahkemenin vermiş olduğu birçok kararı uygulamamıştır. Israrla bu kararları uygulamaktan imtina etmektedir. Sayın Abdullah Öcalan için verilmiş olan bu kararı da ısrarla uygulanmamaktadır. Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi, bu kararın uygulanması için çeşitli dönemlerde kaygılarını dile getirmekle beraber, Türkiye’yi kararın uygulanması noktasında zorlayıcı yaptırımlara maruz bırakmamaktadır” ifadelerini kullandı.
Komitenin uluslararası görevini yerine getirmediğini ifade eden Demir, şunları belirtti: “Türk devletine yönelik bir denetim süreci başlatsa da hiçbir zaman gereğini yerine getirmemektedir. ‘Umut hakkı’nın görmezden gelinmesiyle zamana yayılan bir ihlal topluma benimsetilmektedir. Ancak Kürt halkı ve dostları hiçbir şekilde bunu kabul etmeyecektir. Her platformda bunu yüksek bir sesle dile getireceklerdir. Gerek ‘umut hakkı’nın görmezden gelinmesi ve gerekse ağırlaştırılmış tecrit koşullarının ısrarla ve inatla devam ettirilmesi ne Türk hukukuna ne de evrensel hukuka uyarlık göstermemektedir. Bilindiği üzere bir süreden beri AKP MHP iktidarı, baskıcı bir yönetim ile iktidarını korumaya çalışmaktadır. Uluslararası ölçekte de saldırgan bir dış politika ile işi götürmeye çalışmaktadır. Bu politikanın ise, gelinen aşamada çökmüş bir devlet yönetimi ve iflasın eşiğindeki bir ekonomik yapıyı getirdiğini görmekteyiz.”
İMRALI’DA ÖZEL HUKUK
Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999’da bir “rehin” olarak Türkiye’ye teslim edildiğini söyleyen Demir, “Sayın Öcalan’a özel bir hukuk uydurulmuştur. O da İmralı Özel Hukuku olmuştur. Bunun içinde her türlü hukuksuzluk vardır. Keyfilik had safhada olmuştur. Bunu sorgulayacak ve denetleyecek ne ulusal ne de uluslararası ölçekte bir mekanizma olmamıştır. Bu nedenle de en alt derecedeki mahkemeden en üst derecedeki mahkemeye kadar keyfilik ve kişiye özellik hakim olmuştur. Bunun üzerinden de milliyetçi bir dalga sürekli prim elde etmiştir. Türk devleti, şayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu ihlal kararları kapsamında yeniden adil bir yargılama ve yüzleşme süreci başlatırsa elbette çok da geç kalınmış değildir. Böylece ülkenin en yakıcı ve can alıcı meselesi olan Kürt meselesi de demokratik ve kalıcı bir çözüme kavuşmuş olacaktır” dedi.
KAOS VE KRİZİ DERİNLEŞTİRİYOR
Barış ve demokrasinin tek teminatının Abdullah Öcalan olduğuna dikkati çeken Demir, şöyle devam etti: “Sayın Öcalan’ın konumu ve temsiliyeti gereği barış ve demokrasinin tek anahtarı olduğu geçmişteki deneyimlerle sabittir. Bu ülke uzun süreden beridir gerek içte ve gerekse dışta yoğun bir çatışma ve savaş hali yaşamaktadır. Bunun nedeninin de Kürt meselesinin şiddet ve silahla çözümü noktasındaki devlet anlayışı ve iktidar pratiği olduğu açıktır. Tam da bu noktada Sayın Abdullah Öcalan’ın önemi ortaya çıkmaktadır. Tecrit ortadan kaldırılıp, barış ve diyalog yolu açılırsa Türk devletinin içinde bulunduğu çoklu kriz de aşınmış olacaktır. Sayın Abdullah Öcalan’ın sağlık, özgürlük ve güvenliğinin ülke barışı ile doğrudan bir bağı bulunmaktadır. Tecrit ağırlaştıkça kaos ve kriz aralığı da genişlemektedir. Bu nedenle de halk ve toplum olarak bu tecridin ortadan kaldırılması için AKP diktatörlüğünü geriletmek, demokratik değerleri yükseltmek için büyük bir mücadele içerisinde yer almamız gerekmektedir.”