ANKARA - İktidar kanadının Malazgirt yıldönümünde verdiği kareyi "Fotoğraf tehdit fotoğrafıdır" olarak yorumlayan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, "O fotoğrafta yan yana getirilmiş olan kirli ittifakı pek ala demokrasi güçleriyle birlikte bozabiliriz" dedi.
Kürtlere yönelik her alanda yapılan saldırılar devam ediyor. 31 Mart seçimlerinde halkın desteğini kaybeden iktidar, koltuğunu sağlamlaştırmak için Türkiye içinde ve dışında birçok farklı politikaya sarılıyor.
İmralı Cezaevi’nde 25 yıldır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak iletişimsizlik hali sürerken, diğer yandan Federe Kurdistan Bölgesi’ne KDP ortaklığıyla saldırılar yapılıyor. Öte yandan Kürt düğünlerine yönelik baskılar da devam ediyor.
Tüm bu sıcak gündemlerin yanında AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bêdlîs’in Xelat ilçesinde verdiği fotoğraf ve Mûş’un Milazgir (Malazgirt) ilçesinde yaptığı konuşma ile vermek istediği mesaj kamuoyu tarafından tartışılıyor.
Mûş’ta "Malazgirt Zaferi'nin 953. Yıl Dönümü Kutlama Programı" na katılan Erdoğan, burada yaptığı konuşmada o günden bugüne bir "Kızıl Elma Seferi" olduğunu ve halkların ittifak yaptığını iddia etti.
Yine Erdoğan’ın Mûş'a gelmeden önce Bedlîs’in Xelat (Ahlat) ilçesinde MHP, Büyük Birlik Partisi (BBP) ve Hür Dava Partisi başkanlarının yanı sıra Hava Kuvvetleri Komutanlarıyla verdiği fotoğraf karesi de dikkat çekti.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, siyasette yaşananları, olası ihtimalleri, Kürtlere ve muhaliflere yönelik baskıyı ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecride dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
42 aydır kendisinden haber alınmayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit ile başlamak istiyoruz. Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak iletişimsizlik hali devletin ya da devletlerin hangi ihtiyacından kaynaklanıyor?
Öcalan üzerindeki tecrit Kürt halkına verilen ‘Biz Kürt sorununu çözmek istemiyoruz’ yanıtıdır. Bu Ortadoğu halklarına verilmiş bir yanıttır
Öncelikle Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin 42 aydır devam etmesi ne ulusal ne de uluslararası hukuka uygundur. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bu duruma karşı Türkiye, Ortadoğu ve dünyada çok önemli itirazlar, eylemlikler ve kampanyalar var. Bu sesin, bu mesajların kesinlikle duyulması gerekiyor.
Sebebi, Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yöntemler ile çözülmemesi isteğidir. Sayın Öcalan ile görüşmeler, Türkiye halklarının yararınadır. Türkiye bir barış süreci deneyimi yaşandı. Sayın Öcalan’ın mesajları da bu anlamıyla çok önemliydi. Mesajlarında Türkiye’deki ve bölgedeki halkın barış, huzur ve kardeşlik içinde eşit haklar tanınan bir hukuk çerçevesinde ve bir arada yaşamanın mesajları vardı. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit Kürt halkına verilen ‘Biz Kürt sorununu çözmek istemiyoruz’ yanıtıdır. Bu Ortadoğu halklarına verilmiş bir yanıttır. Aynı zamanda ‘Bu dönemde savaş, çatışma bizim işimize yarıyor’ diyor iktidar. Bunun toplumsal okuması budur. Bu bakımdan tecridin bir an önce son bulması bizler için elzemdir.
Kürt sorunu veya İmralı’daki tecrit, sadece Kürtlerin dile getirmesi gereken bir şey değildir. Kürt sorunu ve bununla bağlantılı olan tecrit sorunu; asla salt Kürt halkının sorunu değil. Kürt sorununu bu şekilde kullanan bir iktidar anlayışı ve devlet geleneği var. Halklar olarak bir arada yaşamayı tesis etmek, kardeşçe yaşayabilmek en temel yaklaşımımızdır. Bir Türk-Kürt sorunu üzerinden nasıl bedel ödediğini kendisi de görebilmelidir. Bu örnekten hareketle de Kürt sorunu sadece Kürdün sorunu değildir diyebiliyoruz. Bu savaşa ayrılan bütçe bakımında da öyle. Savaşa ayrılan her bütçe her kuruş işçinin, emekçinin ve yoksulun sofrasından ayrılıyor. Dolasıyla bizler kendi soframızdaki ekmeğin daha büyümesi için savaşa itiraz etmemiz lazım.
Cezaevlerinde işkenceyi denetlemek ve önlemekle görevli olan İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) İmralı Ada Cezaevi’ne yaptığı ziyaretler var. Ancak buraya dair hazırladığı raporları açıklamadığı gibi, mutlak iletişimsizlik haline dair bir adım da atmıyor. CPT’nin tecritteki rolü nedir, bu anlamda bir çağrınız var mı?
Bir kez daha diyoruz; hiçbir kurum ve hiç kimse Türkiye’nin şantajlarına boyun eğmemelidir. CPT bu konuda görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. CPT buraya geldi ve tecridin nasıl bir işkence olduğuna tanıklık etti. Raporlarında mevcut ancak açıklamadılar. Bu durum da ayrıca bir işkence halidir. CPT’yi acil göreve davet ediyoruz. Bir çağrımız da Türkiye’deki demokrasi güçlerinedir. Türkiye’nin her şeyden çok barışa ihtiyacı var. Barışı tesis etmenin yolu, Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümüdür bunun için de İmralı kapılarının açılması ve diyalog sürecinin başlamasına ihtiyacımız var. Bu konuda Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerini cesur bir biçimde bu sorunu gündemleştirmeye ve çözüm üretmeye davet etmek istiyorum.
Yine Nobel ödüllü 69 isim, PKK Lideri Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a mektup gönderdi. Devletlerin tecrit ısrarı karşısında aydınların bu duruşunu nasıl yorumlarsınız?
Dünyanın barışa ihtiyacı var. Türkiye’nin barışa ihtiyacı var. Bütün yaşamalarını barış mücadelesine adayan bu dünyaca bilindik isimlerinin bu talebi çok önemli. Bunun dikkate alınması lazım. En başta da hükümet dikkate almalı. Bu talep insanlık adına barışı talep etmektir. Bu talep ölümleri durdurup yaşamı savunmaktır. Sayın Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebinin anlamı budur. Bu talep; Türkiye ve bölgede barışın köklü bir biçimde tesis edilmesinin talebidir aynı zamanda. Bu talebe herkes kulak vermeli. En çok da mevut iktidar kulak vermeli. Bakın Kürt sorununu çözmeyen çözülüyor, bu iktidarın nasıl çözüldüğünü bizler görüyoruz. Kısa bir ‘normalleşme’ girişiminde bulundular. Bu arada bunu taktik olarak yaptıklarını çok iyi biliyoruz. Kendilerini toparlamak için yürüttüklerini biliyoruz. Taktiksel dahi olsa normalleşmeyi bir aydan fazla sürdüremediler. Neden biliyor musunuz? Çünkü savaştan ve çatışmadan besleniyorlar. Taktik olarak dahi yürütemiyorlarsa eğer, bu onların tükenişini gösteriyor.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP, BBP ve HÜDAPAR genel başkanları ile kuvvet komutanlarının Xelat’ta verdiklerini fotoğraf son günlerde konuşulan konuların başında. “Savaş karesi” olarak tanımlanan fotoğrafı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de Kürdü, Arabı, Türkü birbirine düşman eden politikaları uygulayanların verdiği fotoğraftır. Bu fotoğraf karesi en nihayetinde JİTEM ittifakı anlamını da taşıyor. JİTEM ittifakı; kendini, tekçi, ırkçı, milliyetçilik üzerine kurmuştur. Bu tekçi, ırkçı, milliyetçi ittifakın kurumsallaştığı bir fotoğraf.
Erdoğan’ın oradaki konuşması bu fotoğrafın ne anlama geldiğini anlattı. Erdoğan, ‘Kürtler, Araplar, Türkler birlikte Malazgirt zaferini kazandık’ diyor. ‘Kızıl Elma İttifakı’ olarak adlandırıyorlar ancak bu ittifakın bir ‘çürük elma ittifakı’ olduğunu söyledik. Bu fotoğrafı öyle okuduk. Bugün Türkiye’de Kürdü, Arabı, Türkü birbirine düşman eden politikaları uygulayanların verdiği fotoğraftır. Bu fotoğraf karesi en nihayetinde JİTEM ittifakı anlamını da taşıyor. JİTEM ittifakı; kendini, tekçi, ırkçı, milliyetçilik üzerine kurmuştur. Bu tekçi, ırkçı, milliyetçi ittifakının kurumsallaştığı bir fotoğraf. Orada Kürtlük adına var olmak; sorgulanması gereken bir konudur. Bu fotoğrafa karşı sözümüz çok net şudur; bu kirli ittifaka karşı bizler halkların ittifakını kurmak konusundaki ısrarımızı sürdürüyoruz.
Yine, Türkiye’nin içinde geçtiği derin yoksulluk, milyonlarca insanı sarmış. Türkiye’de insanlar artık ev kirası, doğalgaz faturası ödeyemiyor. Mevsimlik işçiler kan ağlıyor. Uygulanan politikalar tarımı bitirdi. Tarım arazilerini imara açtılar. Maden şirketlerine peşkeş çektiler. Bizi dışarıya bağımlı kıldılar. Buğdayı, hububatı ve samanı bile dışardan alıyoruz. Şu bilinmeli ki; ithalatçı firmaların çoğu da yandaş firma. Bu çok önemli. Bu az konuşulan bir şey. Ülkenin her şeyini yandaşlarına peşkeş çektiler. Üzerinde durduğumuz Malazgirt fotoğrafı; örgütlü bir tepkinin ortaya çıkmasına karşı bir tehdit fotoğrafıydı.
Dünyada da bu böyledir. Savaşta ve çatışmada ısrar ederler. Bütün kolluk ve yargısını bu rejimin devam etmesi için seferber ederler. Nitekim AKP-MHP ittifakı bunu yapmaktadır. Malazgirt onun göstergesidir. ‘Biz kuvvet komutanları ile birlikte her şeyi göze almışız’ fotoğrafıydı. Asker ve sivilin yan yana verdiği bu fotoğraf aslında daha farklı açılardan da değerlendirilmeli. Türkiye darbeler tarihi yaşamış bir ülkedir. Bu tarih ile değerlendirilmelidir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son dönemde verdiği kimi fotoğraflar üzerinden MHP’nin Cumhur İttifakı’ndan ayrı düştüğü yönünde yorumlar yapılıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Bizim tarafımızdan yaygınca kullanılan bir söz var; MHP, AKP’nin kayyımı olarak atandı. Derin devlet, MHP’yi AKP’ye kayyım olarak atadı. Şimdi her adımda bunu görüyoruz. Bakın Erdoğan, taktiksel olarak normalleşme sürecini başlattı. İlk tepki gösteren MHP oldu. Neden taktiksel olduğunu söylüyorum. Mevcut olan bu otoriter rejimin bu faşistleşen rejimin biz artık ‘normalleşiyoruz’ diyemeyeceğini, bunun böyle olamayacağını anlamamız lazım. Çünkü artık AKP kurulduğu kodları ile varlığını sürdüren bir parti değil. AKP artık sivil bir parti değil. AKP artık devletleşmiş bir partidir.
AKP, kendini temize çıkartmak için bir taktik izliyor. Muhalefetin bu taktiğe karşı da uyanık olması gerekiyor. Bu kayyım görevini gören MHP, AKP’nin varlık yokluk gösterdiği dönemde attığı adımları bir kere mevcut olan otoriter rejimin prizmasından geçiriyor. Bu prizmadan geçmeyen ve olma ihtimali olmayan, yandan teğet geçecek düşündüğü her konuda tehdit unsuru ortaya atıyor. 17-25 saatin o vakte denk getirip, onun özellikle servis edilmesinin nedeni buydu. Yüzük buydu. Yürüyüşte iken paylaştığı müzikli video buydu.
MHP genel Başkanı Bahçeli son dönemlerde partiniz üzerinden CHP’yi de hedef alıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet son üç seçimde mevcut olan iktidarı geriletmek, rejimi geriletmek için attığımız kimi adımlar var. Bu adımlar rejim tarafından da görülüyor. DEM Parti’nin bugüne kadarki tutumu kaybettirdi. Bunun üzerine bize fatura kesildi. Kobanê Davası, HDP’yi kapatma davası böyle bir fatura. Biz bunların bedellerini ödüyoruz ve bunun onurunu taşıyoruz. Bizim üzerimizden ana muhalefet partisini yıpratmaya dönük adımlar atığını da biliyoruz.
Bu adımların Türkiye toplumunda güçlü bir karşılığı var mı?
Ben bu saatten sonra bunların artık sadece AKP-MHP’nin dar mahallesinde etkili olduğunu düşünüyorum. Daha geniş mahallede artık etkileri yok. Mevcut iktidarın kitleye hitap alanının ne kadar daraldığını muhalefet çok iyi görmeli. Bu bizim için bir şans, fırsat. Burada tabi ana muhalefet partisine de çok önemli bir görev düşüyor. Bu ülkenin gerçek bir sosyal demokrat yapıdaki siyasi bir partiye ihtiyacı var. Ama ana muhalefet partisinin bu şansı değerlendirip değerlendirmeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu şansı pozitif olarak değerlendirmesi ve çubuğu demokrasiden yana bükmesi, bu ülkenin demokratikleşmesine katkı sağlar.
Türkiye’nin bir diğer temel gündemi de Kürtlere dönük saldırılar. Saldırılar öyle bir aşamaya geldi ki Kürtçe şarkılar söyleyen, halay çekenler tutuklanıyor. Kürtçe konuşan işçiler saldırıya uğruyor. Yine Meclis’te Kürt vekillerine dönük saldırılar var. Dolayısıyla Kürt siyasetinin özneleri çok ciddi şiddetle karşı karşıya kaldılar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorunun demokratik çözümü konusunda sert bir karşı duruş gösteren ve geleneksel devlet anlayışını sürdüren iktidar, özellikle son zamanlarda 90’lı yıllarda tanıklık ettiğimiz bir yönteme tekrar başvurdu. İşte düğünlere müdahale, Kürtçe müzik söyletmemek gibi... İktidar bir duygusal kopuşu zorluyor. Ayrıca iktidarın bu örnekler ile çözümden ne kadar uzaklaştığı görülüyor, çözmeyeceğini gösteriyor. O Malazgirt fotoğrafı boşuna paylaşılan bir fotoğraf değil. Fotoğraf tehdit fotoğrafıdır. Bu fotoğraf bize biat etmeyenlere biz bu şekilde yanıt vereceğiz diyor. Ordu bizim arkamızda diyor. Bir diğeri Kürt halkını temsil ettiğini iddia ettikleri bir siyasal özneyi çıkarıyor. Aslında Hizbullah’ın devamcısı ama onlar siyasi özne olarak sunuyorlar. Biz ne olduğunu çok biliyoruz. Dolasıyla siyaseten de bu rejimin yıkılmasına izin vermeyeceğiz. Ordu da yanımızda diyor. ‘Kürt halkına karşı da biz böylesi özneleri kullanacağız’ diye mesaj veriyorlar.
Buradan Kürt halkına, Alevilere çağrımdır. Devletin kodlarında bu iki kesim sürekli kargaşa için kullanılmak istenmiştir. Bu konuda bizim onları boşa düşürerek, bu rejimin ve iktidarın oyununu pek ala bozabiliriz. Malazgirt’teki o fotoğrafta yan yana getirilmiş olan kirli ittifakı pek ala demokrasi güçleri ile birlikte bozabiliriz. Asıl olan güçlü bir ittifakıdır.
Demokratik muhalefetin yeterince örgütlenemediği ve birlikte hareket edemediğine dair eleştiriler var. Tüm saldırılara karşı muhalefet saldırıları püskürtmek için birlikte nasıl hareket edebilir?
Kürt sorununu görmeyen, Alevi sorunu görmeyen Türkiye’nin yüzyıllık tarihi boyunca kronikleşmiş olan demokratikleşmemizin önündeki engelleri görmeyen anlayışa kapılmayın. Bu anlayış iktidarın ekmeğine yağ sürmekten öteye geçmez.
Bizim bu koşulları daha iyi irdelemek, bir enerji ortaya çıkarma sorumluluğumuz var. Ben buradan bir kez daha diyorum ekmek mücadelesi için de, adalet mücadelesi için de daha çok örgütlenmeliyiz ve daha cesur adımlar atmalıyız. Türkiye’deki nesnel koşullar buna gebe, hazırdır. Muhalefete çağrımızdır; Sakın ola ki restorasyoncu anlayışa kapılmayın. Bu Türkiye’yi demokratikleştirmez. Sakın ola ki Kürt sorununu görmeyen, Alevi sorunu görmeyen Türkiye’nin yüzyıllık tarihi boyunca kronikleşmiş olan demokratikleşmemizin önündeki engelleri görmeyen anlayışa kapılmayın. Bu anlayış iktidarın ekmeğine yağ sürmekten öteye geçmez. Türkiye aynı Türkiye değil.
MA / Selman Gözelyüz - Mehmet Aslan