DÊRSIM - Dêrsim coğrafyasında yüzlerce toplu mezar olduğunu söyleyen araştırmacı-yazar Cemal Taş, bir daha benzer travmalar yaşanmaması için yüzleşme çağrısı yaptı.
Seyîd Rıza, oğlu Resik Ûşen ve arkadaşları Ûşenê Seydî, Aliyê Mirzî Silî, Hesenê İvaîmê Qijî, Hesen Axa, Fındık Axa ile birlikte 5 Kasım 1937'de idam edilmelerinin üzerinden 88 yıl geçti. Seyîd Rıza ve arkadaşlarının idam edilmesiyle sonuçlanan Dêrsim Tertelesi olarak anılan katliamda resmî kaynaklara göre 13 bin, dönemin bağımsız kaynaklarına göre de 70 bin kişi katledildi. Aradan geçen 88 yıla rağmen devlet ne Seyîd Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri açıkladı ne de katliam ile yüzleşti.
Katliam ve katliam sonrasında yaşananlara dair çalışmalar yapan araştırmacı-yazar Cemal Taş, o dönemin gerçeklerinin halen karanlıkta bırakıldığını belirterek, devletin hem tarihsel hem de güncel sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini söyledi. Yaşanan katliamların ardından devletin Dêrsim'in ileri gelenlerine yapmış olduğu çağrının sonucunda 72 kişinin devlet ile görüşmeye gittiğini hatırlattı. Taş, "1937'ye gelindiğinde bakıyoruz ki Dêrsim'in ileri gelenlere yönelik bir çağrı yapıldı. Bunların hepsi kendi istekleriyle Elazığ'a kadar gidip orada devlet yetkilileriyle görüşmelerde bulunuyor. Kesin rakam elimizde yok. Devlet bunları sır olarak saklandığı için biz; ancak yerelden edindiğimiz bilgiler üzerinden konuşabiliyoruz; yaklaşık 70 bin kişi olduğu söyleniyor. 'Sizinle görüşmemiz gerekiyor' diye işte davet çıkarılıyor. Fakat oraya kendi isteklerine giden bütün aşiret liderleri orada tutuklandılar. Seyîd Rıza'nın da Erzincan'da yakalanması sonrası Seyîd Rıza da Elazığ'a nakledildi. Elazığ'daki yargılanmalar 1937'nin Kasım ayında tam da Atatürk'ün doğu ziyaretine seyahatine denk geldiği günde olması da aslında manidardır. Çünkü Atatürk Diyarbakır'a yaptığı seyahatti hem o günün medyasında yayın organlarında yer alan haberlere göre hem de o dönemin resmi yetkililerin anılarında gördüğümüz kadarıyla -mesela başta İsmet Sabri Çağlıyangil'in anılarında anlıyoruz ki- o gün Atatürk Elazığ'dadır" ifadelerini kullandı.
TİYATRAL MAHKEME
O dönem istihbarat subayı olan ve Xarpêt'te görev yapan biriyle yaptığı görüşmede Mustafa Kemal'in Xarpêt'te olduğu yönünde bilgi aldığını ifade eden Taş, "Onların aktardığına göre; Atatürk, Elazığ'da tren istasyonunda istirahate çekiliyor ve istirahat sırasında Abdullah Alpdoğan'la yaptığı görüşmelerde Dêrsim aşiret liderlerinin akıbetini soruyor. Alpdoğan da yargılanmaların hala devam ettiğini söyleyince Atatürk çok sert bir şekilde 'bu işin derhal bitirilmesi gerektiğini' söylüyor. Ve o gün alelacele bir tiyatral bir mahkeme kuruluyor. Hatta bugün dolaşımda olan fotoğraflardan da anlıyoruz ki mahkemede elektrikler kesik olduğu için araba farlarıyla ya da salonda lüks aletlerle yapılan aydınlatma sonrasında bir yargılanma yapılıyor" diye konuştu.
Ulus devlet anlayışının yarattığı tahribata dikkat çeken Taş, "Ulus devletin yani tekçi mantığında Türk ve Sünni olanlar dışındaki inanç mensuplarına ya da farklı etnik kimliklere mensup kimler varsa bunlara karşı bir kitlesel imha planı olduğunun gösteriyor" dedi.
'O TRAVMALARIN İZLERİNİ TAŞIYORUZ'
Dêrsim'de yaşayan halkların kendisine uygulanan vahşetin travmalarını hala yaşadığını ifade eden Taş, katliam sonrasında da asimilasyon, göç gibi politikaların devam ettiğini hatırlattı. Toplumun geçmişinin unutturulmak istenmesi, kimliklerini kaybetmelerinin isteyen bir siyasetin sürdüğünü ifade eden Taş, "Bugün Dêrsim'de en fazla şikayet edilen şey gençlerin kendi tarihsel, sosyal, kültürel, inançsal değerlerinden kopup böyle yoz bir kültüre yönlendirilmeye çalışılması buna dair girişimler. Bu da ısrarla devam ettiriliyor. Tabii ki 38 travması her bakımdan kuşaktan kuşağa devam ettiği için bizim de hala o travmanın bizde yarattığı izleri görmek mümkün. Ve aslında bu biraz da mağdurlar hala her gün öldürülüyor anlamı taşıyor" diye belirtti.
Devletin gerçekler ile yüzleşmesi gerektiğini kaydeden Taş, "38'lerden sonra defalarca bu toplum 38'leri yaşadı. Çünkü 38 ardılları süngüden ya da sürgünden kurtulanlar kendi topraklarında mülteciden daha kötü şartlarda yaşadılar. Zaten sürgüne gönderilenler de 9 yıl sonra geri geldiklerinde yerleşecekleri toprakları bile yoktu, evleri bile yoktu. Yerle bir edilmiş, yakılmış köyler, tarlalar, yol yok. Yani devletin herhangi bir hizmeti yok ya da buna dair bir çalışması yok. Üstelik her taraf karakollarla kuşatma altına alınmış. Her köye bir karakol kurulmuş ve toplumu müthiş bir cendere altında tuttular. Sonraki yıllarda da okullarla sürekli bir asimilasyon politikasına gidildi. Ve 80'de keza bir daha büyük operasyonlarla, baskılarla toplum yıldırılmaya çalışıldı. 94-95 döneminde köyler yakıldı, köyler boşaltıldı" şeklinde konuştu.
'O KEMİKLER HALA AÇIKTA'
Dêrsîm'de halen yüzlerce toplu mezar olduğunu hatırlatan Taş, "Seyîd Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri hala belli değil. Bir insan, bir insanın mezarından niye korkar yani? Yani bir devlet üç beş kişinin mezarından niye korkar? Dere kenarında ya da bir dağın doruğunda ya da bir nehir kıyısında hep bir toplu mezar yeri ve toplu katliam yeriyle karşılaşıyor. Sürekli siz bunlarla karşılaştığınız zaman yaşanmış acılarla sürekli yüzleşmiş oluyorsunuz. Dêrsim'in coğrafyasında yüzlerce toplu mezar yeri var. O kemikler hala açıkta, hala mağaralarda" dedi.
YÜZLEŞME ÇAĞRISI
"Kardeşlik isteyen de benim, bir yüzleşme isteyen de" diyen Taş, "Bir rövanş alma duygusuyla değil; ama bundan sonrasına bu travmalar yaşanmasın. İnsanlar bu acıları yaşamasın. Bunun da bütün imkanlar ve şartlar da onların elinde. Eğer onlar da yaptıklarından dolayı bir dünyada örnekleri var. Yani otoriteler kalkıp özür diliyor. Devletlerde, kurumlarda süreklilik vardır. O dönemde yapılmış diye bu dönemde yönetici olan insanlar kendisini bundan sorumlu hissetmek durumundadır. Kendini ondan sorumlu tutmama gibi bir lüksü olamaz" diye ekledi.
MA / Şilan Şirvan Çil
